25 Şubat 2013 Pazartesi

SERVET-İ FÜNUN ve FECR - İ ATİ DÖNEMLERİNDE TİYATRO




                                                   SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNDE TİYATRO

        Servet-i Fünun  dönemi  sanatçıları gerek sanat anlayışları, gerekse Abdülhamit istibdadının getirdiği baskı ve sansür nedeniyle tiyatro türüyle fazla ilgilenmemişlerdir. Çünkü tiyatroya büyük destek veren Ahmet Vefik Paşa, görevinden alınmış, Ahmet Mithat Efendi'nin yazdığı "Çerkez Öndenler" adlı piyesin oynanması nedeniyle de Gedik Paşa Tiyatrosu yıktırılmıştır. Sanatçılar, ancak 1908'den sonra eserler verirler.

       II.Abdülhamit'in sanat ve fikir değeri taşıyan eserlerin oynanmasına izin vermemesi üzerine Türk sahnelerini tuluat kumpanyaları ve melodramlar kaplamıştır. 
      Servet-i Fünuncular, tiyatro türünde eser verebilmek için,ister istemez, hem siyasi sansürün,hem de onun doğurduğu sanat uygulamasının değişmesini beklediler. Bunun içindir ki onlar, tiyatro ile ancak 1908'den sonra ilgilenme imkanı bulabildiler. 1908'de, imparatorluğun merkezinde yeniden başlayan ciddi sahne çalışmaları ve bunların gördükleri geniş ilgi, Servet-i Fünuncuların tiyatro denemeleri yapmalarına yardımcı oldu. Bu denemelere katılanlar arasında Hüseyin Suat Yalçın, Mehmet Rauf, Cenap Şehabettin, Halit Ziya Uşaklıgil, Faik Ali Ozansoy, Ali Ekmer Bolayır ve Safveti Ziya vardır.
        Tiyatro dillinin halkın diline çok yaklaşmasına rağmen, eski alışkanlıkların tesiri ile,konuların halkın meselelerine gidemediğini ve genellikle vakaların aile çevresi içinde geçtiğini ve "evlenme,boşanma,kadının medeni hakları" gibi temaların etrafında döndüğünü görülür. Bu durumun,onların içinde uzun süre bulundukları ağır siyasi şartlar yüzünden, "sosyal meselelere yönelme alışkanlığı kazanamamış olmaları ve Batı'nın tesiri ile 1908'den sonra Türk aile anlayışında bazı mühim değişikliklerin ve kdınların sosyal hakları bahsinde de batılı görüşlerin yer alması" ile ilgili bulunduğu söylenebilir.
       Servet-i Fünuncular arasında tiyatro ile en çok ilgilenen ve başarıya en çok ulaşan Hüseyin Suat'tır.Telif ve adaptasyon olarak,sayısı yirmiye yaklaşan piyesi vardır. İşlediği temalar bakımından genellikle Servet-i Fünun'un diğer tiyatro yazarlarından ayrılmamış olan Hüseyin Suat'ın, piyeslerinde, dil ve üslup bakımından şaşılacak bir sıyrılışla, Servet-i Fünun'un bütün dil ve ifade özelliklerinden kurtularak çok normal, canlı ve samimi bir konuşma diline eriştiği görülür.
       Edebiyat-ı Cedide'ciler içinde, Hüseyin Suat'tan sonra, tiyatro ile en çok uğraşan Mehmet Rauf ( 1875 - 1931 )'tur. Daha çok Servet-i Fünun'un ön planda gelenromancılarından olarak şöhret kazanan Rauf'un tiyatro alanındaki denemeleri teknik bakımından zayıftır.
       Cenap Şehabettin de, biri dram ( Yalan, 1911 ) ve biri de komedi ( 1917, Körebe ) olan iki piyesi ile, Servet-i Fünun'un tiyatro yazarları arasına katıldı. Her iki piyeste de, teknik zayıflığın yanı başında, dilin ve üslubun konuşma diline uygunsuzluğu da ayrıca dikkati çekmektedir.


FECR-İ ATİ EDEBİYATINDA TİYATRO

Tiyatro. Abdülhamid II devrinde tamamıyla durmuş ve yerini tulûat oyunlarına bırakmış olan tiyatro çalışmaları Fecr-i Âti akımının meydana geldiği yıllarda hareketli bir döneme girdi. Fecr-i Âti yazarlarından Sahabeddin Süleyman, Tahsin Nahid, Celâl Sahir, Müfit Ratib gibi yazarlar tiyatro ile yakından ilgilendiler. Oyunları teknik bakımından zayıf bulunan ve genellikle aşk acılarını ele alan (Fırtına (1910); Burgu (1910) Şahabeddin Süleyman’ın kadınlar arasındaki cinsel ilişkileri konu edinen Çıkmaz Sokak (1911) adlı eseri geniş tepkilere yol açtı.Tahsin Nahid, Ruhsar Nevvare ile birlikte Jön Türk (1909), Şahabeddin Süleyman ile birlikte Kösem Sultan (1912) oyunlarını yazdı. Oyunlarının teknik bakımdan başarısıyla dikkati çeken Müfid Ratib, Henry Bernstein’den bazı adapteler de yaptı. Ancak tiyatro türü önemli bir gelişme sağlayamamıştır.



SERVET-İ FÜNUN ve fecr- i ati DÖNEMLERİNDE ROMAN HİKAYE


                                         SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNDE ROMAN HİKAYE
Servet-i Fünun romancıları dönemin başlarında hem romantizmin etkisindedirler, hem de baskıcı bir siyasal ortam içinde yaşamışlardır. Bu yüzden önceleri daha çok bireysel konuları işlemişlerdir. Sonraları gerçekçiliğe (realizm) yönelmiş, eserlerinde toplum yaşayışını vermeye başlamışlardır. Toplumun nasıl batılılaştığını; batılaşmanın yanlış anlaşıldığını anlatmış; batılı aile ve toplum yaşantısının doğru örneklerini göstermeye çalışmışlardır.
Servet-i Fünun döneminin en başarılı romancısı Halit Ziya Uşaklıgil (1867-1945)'dir. Uşaklıgil, ünlü romanı Aşk-ı Memnu (1900)'da varlıklı bir ailedeki batılıyaşam biçimini anlatır. Mai ve Siyah(1897) adlıromanında ise o dönemin basını, bir Türk ailesinin yaşayış biçimi ve bir şairin dünyası verilmiştir.
Bu dönem roman ve öykücüleri batılaşmadan sonra aşk konusunu işlemişlerdir.Özellikle Mehmet Rauf (1875-1931) romanlarında bireylerin iç dünyasını ve romantik aşklarıkonu edinmiştir. Onda toplumsal ögeler çok az yer alır; ağırlık psikolojik içeriklidir. Mehmet Rauf'un Eylül (1901) adlı eseri Türk edebiyatının en başarılı psikolojik romanıdır.
Dil ve anlatım, Servet-i Fünun roman ve öyküsünün en zayıf yönüdür. Yazarlarsözlüklerden, unutulmuşArapça, Farsça sözcükleri bulup kullanmışlardır. Tanzimatta Namık Kemal'le başlayan sanatlı anlatımı daha da ağırlaştırmışlardır. Bu yüzden yer yer dil anlaşılmaz duruma gelmiştir.
Servet-i Fünun döneminin öteki roman ve öykü yazarlarını ve başlıca eserlerini şöyle sıralayabiliriz: 
Hüseyin Cahit Yalçın (Roman: Hayal İçinde. Öykü: Hayat-ı Muhayyel),
 
Ahmet Hikmet Müftüoğlu (Roman: Gönül Hanım. Öykü: Haristan ve Gülistan, Çağlayanlar),
Safveti Ziya (Roman: Salon Köşelerinde. Öykü: Bir Tesadüf,
 Kadın Ruhu).

  1. Servet-i Fünun dönemindeki roman ve hikâyeler ise teknik yönden oldukça başarılıdır. Olayların örgüsü, işlenişi ve konuşmalar başarılı bir biçimde verilir. Bu örnekler Batılı nitelikler taşır.
  2. Servet-i Fünun döneminde ise romanlarda aşk, karamsarlık gibi kişisel konular işlenmiştir. Hayâl kırıklığı, üzüntü ve başarısız aşklar, hikâye ve romana giren belirgin temalardır.
  3. Servet-i Fünuncular hem şiirde hem de romanda süslü, sanatlı, ağır bir dil kullanmışlardır. Onlar seçkin bir zümre için eser vermişlerdir.
  4. Servet-i Fünun edebiyatında roman ve hikâyede romantizmin izleri bulunmakla birlikte realizm ve natüralizm akımlarının etkisi vardır.
  5. Servet-i Fünun döneminde yazar, kişiliğini gizler, kesinlikle olaya karışmaz, taraf tutmaz.
  6. Psikolojik tahliller ve tasvirler başarılıdır.
  7. Yazarlar daha çok yaşadıkları ortamı anlatma yoluna gittikleri için konular, İstanbul’un çeşitli                                                                  kesimlerinden alınmıştır.
  8. Konularını İstanbul’daki seçkinler tabakasından -özellikle- batılı çevrelerden alırlar. Bu nedenle “Salon edebiyatı” oluşturdukları öne sürülür. Aydınlar için yazmış olmaları, halktan uzaklaşmalarına neden olur.
  9. Romanlarda , içinde yaşanılan toplum yaşantısı dile getirilir. Batıya ayak uydurma yolundaki çabalar, romana konu olur. Sanatçının yol gösterici olduğuna inanan romancılar, batılılaşma sürecinde kendilerine göre uygun buldukları örnekleri romana sokarlar (H. Ziya, Aşk ı Memnu),
  10. Betimlemeler gözleme dayalıdır ve nesneldir.
  11. Tip yaratmada, tasvir ve portrelerde başarı sağlanır.
  12. Roman ve hikâyelerin dili, üslûbu kusurludur. Süslü ve sanatlı anlatım tutkusu ileri ölçüdedir. Estetik uğruna Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalar, hikâye ve romanda geniş ölçüde vardır.

Diğer önemli noktalar
Kısa hikâye, bu dönemde edebiyatımıza girer.
Klâsik vak’a ( olay ) hikâyesi, Halit Ziya ile doruk noktaya ulaşır. Hikâyeler, orta halli ve yoksul insanları konu edinir; İstanbul’un dışına çıkılır (H.Ziya, Bir Yazın Tarihi…).

Batılı anlamda Türk romanı bu dönemde yazılır.
Psikolojik romanın ilk örneği, bu devrede görülür (M.Rauf, Eylül). Kişilerin ruh durumları anlatılır ve çözümlenir; sosyal hayat tasvir edilir.
Romanda, sosyal davalara yer verildiğine rastlanmaz. Çevre özelliklerinden ve milli  konulardan yoksundurlar.

Kadına özel ilgi, bu dönemde görülür. Kadın; ev içi romanlarındaki kadın tipleri ve kadınlara ait eşyaların tasviri gibi değişik şekillerde ortaya çıkar. Şahıs ve mekân tasvirlerinde üslûp sanatlı ve süslüdür.

Gerçek hayat sahnelerine yer verilir (H. Cahit, Hayâl içinde). Hayatta görülen ve görülmesi mümkün olan olay ve kişiler anlatılır.

                                                  FECR – İ ATİ DÖNEMİNDE ROMAN HİKAYE
Çok kısa süren Fecr-i Ati döneminde ilk göze çapan yazarlar Yakup Kadri ve Refik Halit'tir. Ancak her ikisi de daha sonra Fecr-i Ati'den ayrılıp, Millî Edebiyat Hareketine katılmışlardır.
Servet-i Fünûncuların Meşrutiyet’in ilan edilmesine rağmen hâlâ suskun kalmaları üzerine edebiyatta ses getirmek için yola çıkan Fecr-i Âticiler ne yazık ki, sonradan anılabilecek ne bir roman ne de romancı bırakabilmişlerdir. Sonraki dönemde Milli Edebiyat cereyanı içinde yer alan Yakup Kadri, Refik Halid gibi büyük nesir ustalarını saymazsak Fecr-i Âtiiçinde öne çıkan romancı hemen hemen hiç yoktur. Fecr-i Âti içinde adını zikredebileceğimiz iki romancı vardır: Cemil Süleyman Alyanakoğlu, İzzet Melih Devrim.

Cemil Süleyman Alyanakoğlu (1886-1940): Fecr-i Âti içinde daha çok roman-hikâye alanında tanınan ve mesleği hekimlik olan Cemil Süleyman Balkan Savaşı’na katılmış ve görevli olarak Mısır, Suriye, Hicaz gibi birçok cepheye gönderilmiştir. Bu aralarda yazdığı hikâyelerle tanınmaya başlayan Cemil Süleyman, görevi nedeniyle İstanbul’dan uzak kalınca 1909-1913 yılları arasında edebiyatta edindiği yeri kaybetmeye başlamıştır.

İzzet Melih Devrim (1887-1966): Doğduğu Girit’ten, çıkan karışıklık sebebiyle ailesiyle birlikte İstanbul’a gelip yerleşmiştir. Lise yıllarında yazdığı şiirler, mecmualarda yayınlanan İzzet Melih, 1908’den sonra tiyatro ve roman yazmaya başlar. “Sermed” ve “Tezad” isimli hikâye ve romanları vardır. İlk zamanlarda kuvvetli ve ümit verici olmasına rağmen o da arkadaşları gibi edebiyat sahasından çabuk ayrılmıştır. (Banarlı, 1971: 1097)

1 - Şiirde olduğu gibi roman ve hikâyede de Fecr-i Âticiler , Servet-i Fünûn sanatçılarının anlayışıyla devam etmişlerdir.
2 –. Fecr – i Ati döneminde yazılan romanlarda Servet-i Fünûn döneminde olduğu gibi Realizm ve Naturalizmin etkisi görülür.
3 - Romanlarda aşk,karamsarlık , hayâl kırıklığı, üzüntü ve başarısız aşklar gibi kişisel konular işlenmiştir.
4 - Servet-i Fünûn dönemindeki romanlarda olduğu gibi yazar, kişiliğini gizler, kesinlikle olaya karışmaz, taraf tutmaz.
5 - Servet-i Fünûn dönemindeki romanlarda olduğu gibi konular, İstanbul ve  İstanbul’un yakın çevrelerinde geçmektedir.
6 - Fecr-i Âti döneminin hikâye ve romanı dil ve anlatım bakımından da, iç ve dış yapı bakımından da Edebiyatı Cedide özelliklerini devam ettirdi. Servet-i Fünûn dönemindeki romanlarda olduğu gibi süslü ve sanatlı anlatım tercih edilmiştir.
7- Fecr-i Âti romanlarında olay örgüsünün, konuların, konuşmaların başarılı bir biçimde yer aldığı görülür. 
8 – Yazılan roman ve hikayeler teknik olarak başarılı ama üslup olarak kusurludur. Dil ve üslupta da yapmacıklığa düşmüşlerdir





22 Şubat 2013 Cuma

haber yazıları


                                   
                                                                 HABER YAZILARI

1 - Ajans, manşet, sürmanşet, muhabir, asparagas, sansasyonel , sütun . tekzip  kavramlarının anlamla­rını  yazınız.
Ajans: Haber toplama, yayma ve üyelerine dağıtma işiyle uğraşan kuruluş
Manşet: Gazetelerin ilk sayfasına iri puntolarla ko­nulan başlık
Sürmanşet: Gazetelerin birinci sayfasındaki logo­nun üzerinde kullanılan başlık
Muhabir: Basın ve yayın organlarına haber topla­yan, bildiren veya yazan kimse
Asparagas: Şişirme haber
Sansasyonel: Halk arasında heyecan yaratan çarpıcı haber
Sütun:  Gazete, dergi, kitap vb. yazılı şeylerde, sayfanın yukarıdan aşağıya doğru 
ayrılmış olduğu dar bölümlerden her biri, kolon:
Tekzip: Yalanlama . Yazılı medyada tekzip ile gazete ve dergilerde yayınlanmış haber, yazı veya resimlerle ilgili cevap ve düzeltme hakkıdır.
2 - Haber yazısı bulunmayan gazeteler var mıdır ?
Resmi Gazete’de haber yazısı yoktur.

3 - Gazeticilikte bir haberde aranan ilkeler nelerdir?
Gazete haberlerinde uyulması gereken ilkeler vardır. Bir haberde bunların eksiksiz verilmesi gerekir:” Ne?/Kim?; Neyi?/Kimi?; Nasıl?; Niçin?; Nerede? ;Ne zaman?” sorularının yanıtları haberde bulunmalıdır.

4 - 5 N 1 K Kuralı nedir ? Açıklayınz.
• Ne/Kim: Habere kaynak olan olayın kimin başından geçtiği ya da neyin bir olay sonucunda etkilendiği bildirilmelidir.
Örneğin: “Vezüv yanardağı patladı”, “Tarihi Zeus Heykeli kaçırıldı.” “Atatürk Bütün Yurtta ve Dış Temsilciliklerimizde Anıldı. ”
• Neyi/Kimi: Habere kaynak olan olay kimi, neyi etkiledi.
“Örneğin: Bakanlar Kurulu, memur maaş katsayısını görüştü.”, “Milli Eğitim Bakanı, resim çalışmalarıyla uluslararası başarı kazanan beş öğrenciyi kutladı.”…
• Nasıl: Habere kaynak olan olayın yapılış, meydana geliş sürecinin anlatıldığı bölümdür.
• Niçin: Her olayın bir nedeni vardır. En kötü olayları gerçekleştirenler bile, bir nedenin arkasına sığınırlar. Doğada nedeni çözülemeyen olaylarla bilim adamları hâlâ uğraşmaktadır; kanserin oluş nedenleri, ozon tabakasının delinmesinin nedenleri…
• Nerede: Yeryüzü bir yerdir. İnsan bir yerde doğar. Bütün olaylar bir yerde geçer. Yer bilgisi haberlerde genelden, özele doğru verilir; ülke, il (varsa ilçe, köy), mahalle, semt, cadde, sokak, ev, mutfak…
• Ne zaman: Yine bütün olaylar bir zamanda meydana gelir. Zaman bilgisi de haberlerde genelden, özele doğru verilir; yıl, ay, gün, saat, dakika…

5 - Haber kaynakları kaç gruba ayrılır ? Bunlar nelerdir ?
Haber kaynakları üçe ayrılır: 1. Resmi Haberler : Resmi ve özel kuruluşlardaki yetkili kişilerden alınan haberlerdir.  2. Özel Haberler : Halk arasındaki olayların halk tarafından muhabirlere bildirilmesiyle elde edilen haberlerdir.  3. Ajans Haberleri. Ajans, haber toplama ve yayma işleriyle uğraşan kuruluştur. Bu ajanslarda toplanan yurtiçindeki, yurtdışındaki önemli ya da ilginç olaylar kısa ve özlü bir biçimde halka sunulur, gerekirse resimle, fotoğrafla desteklenir. 

6 - Anlattığı olayın türüne göre Haber yazıları kaç kısma ayrılır ?  Bunlar nelerdir ?
a-  Siyasal haberler, b- ekonomik haberler, c- bilimsel haberler, d- teknoloji haberleri, e- sanat haberleri, f- spor haberleri, g- sosyal haberler h-  Skandal ve dedikodu haberleri ( magazin )

7 - İyi bir haber yazısında hangi özellikler bulunmalıdır?
Haber ; güncel olmalı , doğru olmalı , kolay anlaşılmalı , ilginç olmalı , önemli olmalı.

8 - Haber yazılarında kullanılan ters ve düz piramit teknik­lerinin özelliklerini açıklayınız. 

Ters Piramit Tekniği
Ters piramit tekniği haber yazma teknikleri içinde en eskisi ve günümüzde en fazla kullanılanıdır. Ters pira­mit tekniğinde haberle ilgili en önemli ve en can alıcı unsurlara önce yer verilir. İkinci ve üçüncü derecedeki önemli unsurlara da sonraki paragraflarda yer verilir. Bu teknikte haberin öze­ti, girişte verilmektedir.  Okumayı kolaylaştırıp tekrarı ön­leyen, merakı tatmin eden, sayfa düzenini, haberi kesme ve genişletmeyi kolaylaştıran ve haber yazımını hızlan­dıran bu teknik, bütün haber türleri ve iletişim araçları için uygulanma olanağına sahiptir.

Düz Piramit Tekniği:
Bu teknikte haber, bir öykü tarzında başlar ve az önemli unsurlar önce verilerek, olayın detayı haberin sonunda okura sunulur. Düz piramit tekniği, öykülü bir giriş su­nabilmesinden dolayı, giriş cümlelerinde yoruma da yer verilmektedir. Bu teknik, daha çok dergi haberciliğinde tercih edilmektedir.

9 - Haber yazılarında dilin hangi işlevde kullanıldığı­nı belirtiniz.
Dil göndergesel işlevde kullanılır.


10 - Haber yazılarının özelliklerini yazınız.
a- Haber yazılarının günlük ve önemli olması gerekir.
b- Haberler doğru olmalıdır.
c- Kolay anlaşılır; akıcı, açık ve duru olmalıdır.
d- Haber yazıları toplumun büyük bir kısmını ilgilendirmelidir.
e- Yazan kişi anlattıkları karşısında tarafsız kalmalı, yorumdan kaçınmalıdır.
f- Yanlış anlaşılmalara yer verecek cümlelerden kaçınılmalıdır.
g- Anlatılanlar ilgi çekici olmalıdır.

fecr-i ati şairleri A.Haşim Y. Kadri


                              AHMET HAŞİM, (d. 1884, Bağdat - ö. 4 Haziran 1933,  İstanbul)
        1884’te Bağdat’ta doğdu, 1933’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey’in oğlu. Çocukluğu Bağdat’ta geçti. 12 yaşında annesinin ölümü üzerine babasıyla birlikte İstanbul’a geldi. Mektebe-i Sultani’de (Galatasaray Lisesi) yatılı okudu. Tevfik Fikret ve Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun öğrencisiydi. 1907de mezun oldu. Bir süre Reji İdaresi’nde çalıştı. Bir yandan da Hukuk Mektebi’ne devam etmeye başladı. İzmir Sultanisi Fransızca öğretmenliğine atandı. Hukuk eğitimini bırakıp İzmir’e gitti. 1912-1914 arasında Maliye Nezareti’nde çevirmenlik yaptı. 1. Dünya Savaşı yıllarını Çanakkale ve İzmir’de yedek subay olarak geçirdi. Mütareke’den sonra İstanbul’a döndü. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde estetik ve mitoloji öğretmenliği yaptı. Harp Akademisi ve Mülkiye Mektebi’nde Fransızca dersleri verdi. Düyun-u Umumiye İdaresi’nde, Osmanlı Bankası’nda çalıştı. Akşam ve İkdam gazetelerinde köşe yazıları yazdı. 1928de böbrek rahatsızlığının tedavisi için yurtdışına gitti ama iyileşemeden döndü. 
       Şiire lise öğrenciliği yıllarında başladı. İlk şiirlerinde Abdülhak HamitCenap Şahabettin, özellikle de Tevfik Fikret etkileri görülür.
       Hâşim'in sanat ve edebiyata ilgisi Galatasaray Sultanîsi'nde başlar. Bilinen ilk manzumesi "Leyâl-i Aşkım" 1901'de "Mecmua-i Edebiyye"de yayınlandı. Son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri tanıdı. Bundan sonra kendi şahsiyetini gösterdi ve ilk şiirlerini kitaplarına almadı. 1905 - 1908 yılları arasında yazdığı ve Piyâle kitabına aldığı "Şi'r-i Kamer" serisindeki şiirleri hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti ile dikkat çekti ve beğenildi. 1909'da kurulan Fecr-i Âtî'ye girdi. "Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek" prensibinden hareket eden Fecr-i Âtî grubunun yayın organı Servet-i Fünûn dergisinde şiirler yayınladı ve Servet-i Fünûn - Edebiyat-ı Cedide - topluluğuna yapılan hücumlara makaleleriyle katıldı. 1911'de yayınlanan Göl Saatleri adlı şiirleriyle haklı bir şöhret kazandı. Fecr-i Atî dağıldıktan sonra siyasî ve edebî akımların dışında kendisine has bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak kaldı.
      İkinci ve son şiir kitabı “Piyale”nin girişinde “ Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar ” bölümünde şiirle ilgili görüşlerini açıklar: Şair ne bir gerçek habercisi, ne güzel konuşmayı sanat haline getirmiş bir kişi, ne de bir yasak koyucudur. Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil, hissedilmek için yaratılmış, müzik ile söz arasında, ama sözden çok müziğe yakın ortalama bir dildir. Düzyazıda anlatımı yaratan öğeler şiir için söz konusu olamaz. Düzyazı us ve mantık doğurur, şiir ise algı bölümleri dışında isimsiz bir kaynaktır. Gizliğe, bilinmezliğe gömülmüştür. Şairin dili, duyumların yarı aydınlık sınırlarında yakalanabilir. Anlam bulmak için şiiri deşmek, eti için bülbülü öldürmek gibidir. Şiirde önemli olan sözcüğün anlamı değil, şiir içindeki söyleniş değeridir. Şiiri ortak bir dil olarak düşünenler boş bir hayal kuruyor demektir. “Piyale” kitabındaki “Merdiven” ve “Bir Günün Sonunda Arzu” şiirleri, bu görüşleri yansıtan ve Türk edebiyatında görülmemiş bir şiirselliği ortaya koyan ürünlerdir. Bu kitapla birlikte Haşim’e saldırılar arttı. Ölçü ve Türkçe bilmemekle, toplum sorunlarına ilgisizlikle suçlandı. Yine de şiirleriyle 20nci yüzyılın ilk çeyreğini etkilemeyi başardı.
Dış dünya gözlemlerini kendi prizmasından geçirerek anlatır; sonbahar, akşam kızıllığı ve karamsarlık önemli temalardır. Ahmet Haşim fıkraları, denemeleri ve gezi yazılarıyla da önemli bir yazardır. Düz yazılarında dili sade ve oldukça başarılıdır.
Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar ( Şiir hakkında bazı görüşler – düşünceler )
ESERLERİ
Şiir kitapları  : Göl Saatleri (1918 | Hicri: 1337)  ,  Piyale (1926)
Çok bilinen şiirleri :  Merdiven , Karanfil , Bir Günün Sonunda Arzu , O Belde , Bir Yaz Gecesi Hatıraları  , Şi'r-i Kamer serisi ( Piyale şiir kitabında )
Nesir türündeki eserleri ; Gurabahane-i Laklakan (1928) ( sohbet )  , Bize Göre (1928) ( fıkra ) ,  Frankfurt Seyahatnamesi (1933) ( gezi )












YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU   (d. 27 Mart 1889, Kahire, Mısır – ö. 3 Aralık 1974, Ankara).
Türk romancı, gazeteci, şair, diplomat.

27 Mart 1889 tarihinde Kahire'de doğdu. İlköğrenimine Manisa'da başladı. 1903 yılında İzmir İdadisi'ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle Mısır'a döndü. Öğrenimini İskenderiye'deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908'de başladığı İstanbul Hukuk Mektebi'ni bitirmedi. 1909 yılında arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. 1916 yılında tedavi olmak için gittiği İsviçre'de üç yıl kaldı. Mütareke yıllarında İkdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı'nı destekledi. 1921 yılında Ankara'ya çağrıldı ve bazı görevler verildi. 

1923 yılında Mardin, 1931'de Manisa milletvekili oldu. Bir yandan gazeteciliğini ve roman yazarlığını sürdürdü. 1932'de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin'le birlikte Kadro dergisinin kurucuları arasında yer aldı. 1934 yılında Kadro dergisinin yayınına son verildi. Tiran elçiliğine atandı. Daha sonra 1935'te Prag, 1939'da La Haye, 1942'de Bern, 1949'da Tahran ve 1951'de yine Bern elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960'tan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Siyasi hayatının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa milletvekilliği oldu. 13 Aralık 1974 tarihinde Ankara'da öldü. 
Daha çok romancı yönüyle öne çıkan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, yazarlık yaşamı boyunca Batı Edebiyatı'nın da etkisi altında kaldı.Balzac, Flaubert ve Zola'dan etkilendi. Yaşadığı dönemin olaylarını tarihsel olarak inceleyerek romanlarından yer verdi. Roman, öykü ve makaleleri ile Türk toplumunun Tanzimat’tan bu yana geçirdiği değişiklikleri anlattı. Asıl ününü romanları ile sağlayan yazarın en ünlü romanları Nur Baba,Kiralık Konak ve Yaban'dır. Edebiyat yaşamının başında Fecr-i Ati edebiyat topluluğunun kurucu üyeleri arasında yer almış; daha sonra bireyci düşüncelerden uzaklaşarak toplumculuğu kabul etmiş bir yazar olarak değerlendirilir.
Milli Mücadele yıllarında ve sonrasında etkin bir siyasal yaşam sürmüştür. Milli Mücadeleden itibaren Atatürk’ün yakın arkadaşları arasında yer almış; TBMM II., IV., XII. dönemlerde milletvekilliği yapmıştır.
Kadro Dergisi’nin kurucularındandır. Dergi, devrin yöneticileri ile fikir ayrılığına düşüp Kemalizm’i değiştirmekle suçlanarak kapanmasından sonra diplomat olarak yurtdışında çeşitli görevlerde bulunmuştur.
Anadolu Ajansı’nın kurucularındandır, ömrünün son yıllarında ajansın yönetim kurulu başkanlığını yapmıştır.


ESERLERİ:

Roman:  Kiralık Konak (1922)  , Nur Baba (1922)  , Hüküm Gecesi (1927)  , Sodom ve Gomore (1928) ,
Yaban (1932)  , Ankara (1934)  , Bir Sürgün (1937)  , Panaroma 2 cilt, (1953-1954)  , Hep O Şarkı  (1956) 
Hikaye: Bir Serencam (1913)  , Rahmet (1923)  , Milli Savaş Hikâyeleri (1947)  
Anı : Zoraki Diplomat (1955)  , Anamın Kitabı (1957) , Vatan Yolunda (1958) , Politikada 45 Yıl (1968),
Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (1969)

Şiir : Erenlerin Bağından (1922) , Okun Ucundan (1940)

Oyun : Nirvana (1909) , Veda (1929) , Sağnak (1929) , Mağara (1934) ,

Monografi : Ahmet Haşim (1934) , Atatürk (1946

Makale : İzmir’den Bursa’ya (1922, Halide Edip, Falih Rıfkı Atay ve Mehmet Asım Us ile birlikte) ,

Kadınlık ve Kadınlarımız (1923) , Seçme Yazılar (1928) , Ergenekon (iki cilt, 1929) ,

Alp Dağları’ndan ve Miss Chalfrin’in Albümünden (1942)

 



mensur şiir




Mehtap ve Mazi şiirlerinin daha önceki dönemlerde örnekleri yoktur. Çünkü bu metinler mensur şiirdir.Mensur şiirde edebiyatımıza Fransa'da Rimbaud ve Baudlaire'in  örneklerini verdiği ‘Prose Poetique ’ lerden" gelmiştir.Servet-i Fünun döneminde Halit Ziya kullanmıştır.


Mensur şiirle ilgili EK BİLGİ:
Sanatlı düz yazı anlamına gelen mensur şiirlerin kaynağı Fransa'dır.Mensur şiir 19.yüzyılda Fransa'da ortaya çıkıp oradan da Türk edebiyatına geçen bir türdür.Bu tür edebiyatımıza Tanzimat döneminden sonra Fransız edebiyatından yapılan şiir çevirileriyle girmiştir.Bu süreç Şinasi ile başlamış Recaizade'nin katkılarıyla devam etmiştir.EDEBİYATIMIZDAKİ BATILI ANLAMDA MENSUR ŞİİRİN İLK TEMSİLCİSİ HALİT ZİYA UŞAKLIGİL'DİR.Servet-i Fünun sanatçılarının mensur şiirleri de dönemin şiirleri gibi aşırı duygusallıklarını, alınganlıklarını ve karamsarlıklarını yansıtır.Halit Zİya bu türde iki eser vermiştir:
Mensur Şiirler: Bu eser, 47 mensur şiirden oluşur ve her birinin konusuna göre adı bulunmaktadır.
Mezardan Sesler: 12 mensur şiirden oluşur.H.Ziya Uşaklıgil'in ölen annesi için yazdığı şiirlerden oluşan bu eser, Makber'i anımsatır.

                                                  MENSUR ŞİİR
Temel birimi cümledir
Ölçü, kafiye, redif gibi sınırlayıcı öğeler kullanılmaz.
Sanatçının duygularını daha rahat ifade ettiği düzyazı yapısı kullanılır.
Mensur şiirin düzyazıdan farkı ise iç ahenge ve şiirselliğe sahip olmasıdır.Mensur şiir ses,
tema ve söyleyiş bakımından şiire benzer ve şairane bir söyleyişe sahiptir.

                                                       ŞİİR
Dize, beyit, bend gibi nazım birimlerinden oluşur.
Ölçü, kafiye, redif gibi sınırlayıcı ögeler kullanılır.
Farklı nazım biçimleri kullanılır

                                                 MENSUR ŞİİR-ŞİİR KARŞILAŞTIRMASI

                           BENZERLİKLERİ
       1.  Ses, söyleyiş ve tema bakımından benzerlik vardır.
                           FARKLILIKLARI:
  1. Mensur şiirde ölçü,kafiye, dize yoktur.
  2. Şiirde kendine has bir dil vardır.İmge çağrışım,Sanat hayal ve müzikalite şiirde daha yoğundur.
  3. Mensur şiir düz yazı yapısına sahiptir.
  4. Mensur şiirde ölçü, kafiye,redif gibi sınırlayıcı ögeler yoktur.
  5. Mensur şiirde sanatçı duygularını daha kolay ve rahat ifade edebilir.
















                                                 MEHMED RAUF ( 1875 -.1931 )

Roman ve hikâye yazarı. İstanbul’da doğdu. Babasının adı Ahmed. İlk öğrenimini Mahalle Mektebi’nde, orta Öğre­nimini Soğukçeşme Askerî Rüştiyesi’nde ve Bahriye Lisesi’nde yaptı. Elçilik gemilerinin irtibat subaylığını yap­tı. Bir ara İngiltere’de bulundu. 1908′de bahriye mesleğin­den
 ihraç edildi. Bundan sonra hayatını yazı yazarak ve tica­ret yaparak kazandı. İstanbul’da öldü.
Servet-i Fünun Edebiyatı sanatkârları arasında Halit Ziya Uşaklıgil‘den sonra en güçlü roman ve hikaye yazarıdır. On altı yaşında iken yaz­dığı Düşmüş adlı öyküsü Halit Ziya‘nın İzmir’de çıkardığı Hizmet gazetesinde yayımlandı. Daha sonra Mekteb dergisi ile Servet-i Fünun‘da yazdı. Küçük hikayeler, nesir biçiminde şiirler ve makalelerle sanat hayatına başlamıştı. Eylül romanı yayımlanınca (1908) geniş şöhret kazandı. Roman ve hikâyelerinde romantik duygular, hayâller, romantik aşk­lar geniş psikolojik tahlillerle anlatılmıştır. Üslûbu gevşek­tir.



Edebi Kişiliği

1. Mehmet Rauf, Servet-i Fünun romanının Halit Ziya'dan sonraki en önemli temsilcisidir. Roman, öykü, tiyatro, mensur şiir türlerinde eser veren sanatçı, halit Ziya'nın etkisinde kalmıştır.
2. Eserlerinde romantik duygular, hayaller, hüzünler, karamsarlık, aşk gibi konuları işlemiş; sosyal yaşama pek yer vermemiştir.
3. Mehmet rauf'un süslü, şiirsel bir anlatımı vardır. Dili ve üslubu çağdaşlarına göre daha sade ve abartısızdır.
4. realizmin ve natüralizmin izleri eserlerinde çokça görülse de aşk ve sevgi temalarını işlediği için romantizmin etkisi daha belirgindir.
5. Psikolojik tahlillere büyük önem verir, ruh tahlillerinde oldukça başarılıdır. Edebiyatımızın ilk psikolojik romanı kabul edilen Eylül onun romanıdır. Dil örgüsü bakımından zayıf olan eser, psikolojik konulardaki derinliğiyle önemlidir.
6. Yasak bir aşkı konu alan Eylül'de, Suat Hanım ile Süreyya Bey mesut bir çifttir. Bunların aile dostu olan Necip ile Suat Hanım arasında birr yasak ilişki başlar...

Eserleri:
Roman:Eylül , Ferda-i Garam , Karanfil ve Yasemin , Genç Kız kalbi , Son Yıldız
Hikaye: İntizar , Aşıkâne , Son Emel ,Hanımlar Arasında ,
Mensur Şiir:  Siyah İnciler
Oyun: Pençe , Cidal , Sansar

                 HALİT ZİYA UŞAKLIGİL'İN EDEBİ KİŞİLİĞİ

          Türk romanının en belirgin öncülerinden ve geliştiricilerinden bulunan Halit Zi edebiyata Fransızcadan ve İngilizceden bazı küçük hikâyeler çevirmekle girmişti. Bu yazı çalışmalar çeşitli konulardaki ansiklopedik ve zamanına göre yenilik taşıyan çeşitli sohbet ve makaleleri izle Daha sonra nesir niteliğinde şiirler yazdı. Onun bu ürünlerine verdiği «mensur şiirler» adı zamanına çok yadırganmış, bu yazılara karşı «Canım, şiirin de mensuru olur muymuş?» gibilerden söylenmelerve dudak bükmeler olmuştu. Oysa sonraları kendisinin terk ettiği bu türde Mehmet Rauf, Yakup Ka Ruşen Eşref ve daha başkaları önemli ve oldukça tutunmuş örnekler verdiler
       Halit Ziya bu hazırlıklardan sonra ilk roman denemelerini yaptı. Bu denemelerinde hem çok ya­kından izlediği Fransız realistlerinin, hatta natüralistlerinin hem de Namık Kemal ve Ahmet Mitra: Efendi gibi Türk yazarlarının etkisi seziliyordu; dolayısıyla bunlar gerçek bir kişilik taşımıyorlardı. Bur lardan sonra romanda ilk ve oldukça başarılı atılımı sayılan «Ferdi ve Şürekâsı» nı yazdı. İlk roma» denemelerini onun çıraklık dönemi ürünleri sayan bazı kimseler, «Ferdi ve Şürekâsı»nı Halit Ziya'r -kalfalık dönemi çalışmalarına örnek olarak gösterirler. Ama o asıl ustalık dönemi romanlarını ve alanda kendisini en iyi temsil eden ürünlerini, İstanbul’a gelip Servetifünun topluluğuna katıldıktan sonra meydana getirdi. Bunlar kendisinin en mükemmel eserleri olduğu kadar, Türk romancılığının da çok belirli bir aşamasını teşkil etmektedir.
         İlk gençlik yıllarında roman denemelerinde fazla marazî, bir hayli romantik bir havada gözüken HalitZiya, bu sonrakilerde realizme, ferdin ve toplumun ortak alınyazılarına yöneldi. Çağdaşı bulundu­ğu Fransız romancılarının, özellikle Paul Bourget'nin etkisinde kaldı. Onun roman havasını Türk ede­biyatına adapte etmek istedi. Bunda bir yandan başarıya ulaşırken, bir yandan da başarısızlıklara uğ­radı. Örneğin geniş yığınlara ve gerçek Türk toplumun inemeyip çoğu zaman alafranga yaşama yöne­lik bir ortamda kaldı; kendisine yöneltilen hücumların ağırlık noktalarından biri de —bu yüzden— onun bu alafrangalık tarafı olmuştur.
        Romanlarında insan ruhu üzerinde çok zaman güçlü ve canlı gezintiler yapmasını başarabilen Halit Ziya, zaman zaman ferdin iç dünyasından onun çevresine de inme denemeleri yaptı.
         Halit Ziya'yı konularını, kişilerini, kahramanlarını ve ortamı seçmesi bakımından eleştirmek müm­kündür ve kolaydır. Ancak bütün bunlar bir yana bırakıldıktan sonra, kendisini büyük ve usta romancı saymamak mümkün ve kolay değildir. Onun için «Türk romancılığının babasıdır» denmiştir. Bu söz, eskimiş ve çok çiğnenmiş de olsa, muhakkak ki bir gerçeği yansıtmaktadır. Bizde roman Halit Ziya'dan otuz yıl kadar önce başlamış, fakat ona gelinceye kadar hemen hemen dişe dokunur hiç bir gelişme göstermemişti. Romanda teknik, hikâye ediş, plan gibi çok önemli hususlar onunla başladı, onunla ve ondan sonra gelişti ve —hakçasma söylemek gerekirse— ondan sonraki yetmiş yıla yakın süre içinde, başka bazı hususlarda kendisini pek çok geride bırakan romancılarımız, şu sayılan hususlarda Halit Ziya'yı hiç bir zaman büsbütün gölgeleyemediler.
Romanın kendine özgü bir dili vardır ki Halit Ziya bu konuda da büyük ve seçkin bir başarıya ulaşmıştır. Ancak bu «dil»le kastettiğimiz «roman dili»dir ve bu da romana özgü bir tekniği gerektirir. Onun seçkinliği ve başarısı bu özelliğindendir. Yoksa bu ünlü sanatçının romanlarında kullandığı dil ve anlatım sadelik açısından hiç de o kadar övülecek nitelikte değildir. Bu dil ve anlatım bir roman için çok süslü, pek çok yabancı kelime ve tamlamalarla doludur, fazla «şairâne»dir; bütün bunlardan başka zincirleme birbirini izleyen pek uzun cümleler okuyucuyu gerçekten yoracak yapıdadır. Yazar bu nok­sanını kendisi de sonraları İdrâk ve kabul etmiş, eserlerinin bir kısmını —bu çeşit dil ve anlatım bakı­mından— belli bir oranda sadeleştirmiştir. Ne var ki bu sadeleştirme de onun kendi anlayış ve ölçüleri­ne göredir ve günümüzde bunlar da çoktan yetersiz duruma gelmiştir (1).
          Halit Ziya, romanda olduğu gibi, hikâye türünün de bizde ilk ve gerçek temsilcisidir. Başka bir de­yimle —daha önceki bazı denemelere rağmen— küçük hikâye tarzının ancak onunla ilk başarılı ve yetenekli örneklerini vermiş olduğunu söylemek yerinde olur. Çok güçlü bir gözlemci olan bu sanatçı, hikâyelerini son derece kolaylıkla yazmış ve sayıca da çok yazmıştır. Etrafını çevreleyen büyüklü kü­çüklü, önemli önemsiz hemen her olaydan kolaylıkla bir hikâye çıkarmasını başaran bu yazarımızın: «Bana üç beş isim veriniz, basit bir olayı parmakla işaretleyiniz, size derhal bir hikâye takdim edeyim.» dediği söylenir. Bu kadar kolay, bu kadar rahat hikâye yazan Halit Ziya'nm bu tür eserleri, romanlarına oranla, çok zaman daha tabiî ve daha yerlidir. Üstelik bunlardaki dil ve anlatımda romanlarındaki özen­ti ve zorlama da pek göze çarpmaz Öte yandan hikâyelerindeki konular ve kahramanlar, çoğu zaman, alafranga semtlerden ve belirli insanların serüvenlerinden sıyrılmıştır. Okuyucu bunlarda daha çok kendisini ya da kendisine benzeyen tipleri görür. Halit Ziya'nm hikâyelerinde toplumsal olaylara doğru da bir ilerleme görüldüğü gibi İstanbul dışına taşan, Anadolu'yu arayan bir hava da göze çarpar. Tiyat­ro ile de ilgilenen, telif ve adapte üç tiyatro eseri bulunan Halit Ziya'ınn en başarısız çalışma alanı bu­dur. Onun üç tiyatrosu da, üzerlerinde durulmaya değmeyecek kadar, önemsiz ürünlerdir.
        Ansiklopedik konulardan başlayarak çeşitli çeviriler yapan, gezi notları kaleme alan, sohbetler ve makaleler yazan Halit Ziya'ınn romanları ve hikâyeleri dışındaki en önemli eserleri anılarıdır. Türk edebiyatında anı türünde onun kadar zengin eser vermiş sanatçı azdır. Halit Ziya'ınn bu anılarının bü­yük çoğunluğu belli bir dönemin fikir, sanat, siyaset alanlarına ışık tutma bakımından da değerli birer kaynak niteliği taşırlar. O, anılarında kendi özel yaşamından çok daha fazla, içinde bulunduğu günlerin ve ortamların gerçeklerini yansıtmayı amaç edinmiştir.
         Eserlerinde ve sanat hayatında olduğu gibi kişisel yaşamında da ölçülü, düzenli, ince ve zarif bir insan olarak göze çarpan Halit Ziya, Türk edebiyatının ve gelecekteki Türk kuşaklarının, kendisine her zaman sevgi ve saygı duyacakları bir büyük yazardır.
BAŞLICA ESERLERİ: Halit Ziya'ınn değişik konularda, büyüklü-küçüklü 70'e yakın yayınlanmış eseri bulunuyor. Gazete, dergi sayfalarında kalmış olan yazıları da bir haylidir. Yayınlanmış eserlerin­den başlıcalar şunlardır:
Ansiklopedik kitapçıklar: Hamil, Va'z-ı Hamil; Mebhas-ül Kıhf; İlm-i Simya; Bukalemun-ı Kimya
Mensur şiirler: Mezardan Sesler.
Büyük hikâyeler: Heyhat; Bu muydu?
Romanlar: Nemime; Bir Ölünün Defteri; Ferdi ve Şürekâsı; Mâl ve Siyah; Aşk-ı Memnu; Kırık Hayatlar.
Hikâye kitapları: Bir Muhtıranın Son Yaprakları; Bir İzdivacın Tarihi Muaşakası; Bir Şi'r-i Hayâl; Sepette Bulunmuş; Bir Hikaye-i Sevda; Hepsinden Acı; Aşka Dair; Onu Beklerken; İhtiyar Dost; Kadın Pençesi; İzmir Hikâyeleri. Sohbetler, makaleler: Kenarda Kalmış; Sanata Dair.
Tiyatro Eserleri: Füruzan: Kâbus; Fare.
Çeşitli Eserleri: Kırk Yıl (Gençlik, edebiyat anılan, 5 cilt); Saray ve Ötesi (Saray ve siyaset, anıları, 3 cilt); Bir Acı Hikâye (Genç yaşta intihar eden oğlu Vedad'm hatırasına düzenlenmiş aile anıları ve onun ardından yazdığı acıklı yazılar); Nâkil (Batı edebiyatından örnekler).