22 Şubat 2013 Cuma

mensur şiir




Mehtap ve Mazi şiirlerinin daha önceki dönemlerde örnekleri yoktur. Çünkü bu metinler mensur şiirdir.Mensur şiirde edebiyatımıza Fransa'da Rimbaud ve Baudlaire'in  örneklerini verdiği ‘Prose Poetique ’ lerden" gelmiştir.Servet-i Fünun döneminde Halit Ziya kullanmıştır.


Mensur şiirle ilgili EK BİLGİ:
Sanatlı düz yazı anlamına gelen mensur şiirlerin kaynağı Fransa'dır.Mensur şiir 19.yüzyılda Fransa'da ortaya çıkıp oradan da Türk edebiyatına geçen bir türdür.Bu tür edebiyatımıza Tanzimat döneminden sonra Fransız edebiyatından yapılan şiir çevirileriyle girmiştir.Bu süreç Şinasi ile başlamış Recaizade'nin katkılarıyla devam etmiştir.EDEBİYATIMIZDAKİ BATILI ANLAMDA MENSUR ŞİİRİN İLK TEMSİLCİSİ HALİT ZİYA UŞAKLIGİL'DİR.Servet-i Fünun sanatçılarının mensur şiirleri de dönemin şiirleri gibi aşırı duygusallıklarını, alınganlıklarını ve karamsarlıklarını yansıtır.Halit Zİya bu türde iki eser vermiştir:
Mensur Şiirler: Bu eser, 47 mensur şiirden oluşur ve her birinin konusuna göre adı bulunmaktadır.
Mezardan Sesler: 12 mensur şiirden oluşur.H.Ziya Uşaklıgil'in ölen annesi için yazdığı şiirlerden oluşan bu eser, Makber'i anımsatır.

                                                  MENSUR ŞİİR
Temel birimi cümledir
Ölçü, kafiye, redif gibi sınırlayıcı öğeler kullanılmaz.
Sanatçının duygularını daha rahat ifade ettiği düzyazı yapısı kullanılır.
Mensur şiirin düzyazıdan farkı ise iç ahenge ve şiirselliğe sahip olmasıdır.Mensur şiir ses,
tema ve söyleyiş bakımından şiire benzer ve şairane bir söyleyişe sahiptir.

                                                       ŞİİR
Dize, beyit, bend gibi nazım birimlerinden oluşur.
Ölçü, kafiye, redif gibi sınırlayıcı ögeler kullanılır.
Farklı nazım biçimleri kullanılır

                                                 MENSUR ŞİİR-ŞİİR KARŞILAŞTIRMASI

                           BENZERLİKLERİ
       1.  Ses, söyleyiş ve tema bakımından benzerlik vardır.
                           FARKLILIKLARI:
  1. Mensur şiirde ölçü,kafiye, dize yoktur.
  2. Şiirde kendine has bir dil vardır.İmge çağrışım,Sanat hayal ve müzikalite şiirde daha yoğundur.
  3. Mensur şiir düz yazı yapısına sahiptir.
  4. Mensur şiirde ölçü, kafiye,redif gibi sınırlayıcı ögeler yoktur.
  5. Mensur şiirde sanatçı duygularını daha kolay ve rahat ifade edebilir.
















                                                 MEHMED RAUF ( 1875 -.1931 )

Roman ve hikâye yazarı. İstanbul’da doğdu. Babasının adı Ahmed. İlk öğrenimini Mahalle Mektebi’nde, orta Öğre­nimini Soğukçeşme Askerî Rüştiyesi’nde ve Bahriye Lisesi’nde yaptı. Elçilik gemilerinin irtibat subaylığını yap­tı. Bir ara İngiltere’de bulundu. 1908′de bahriye mesleğin­den
 ihraç edildi. Bundan sonra hayatını yazı yazarak ve tica­ret yaparak kazandı. İstanbul’da öldü.
Servet-i Fünun Edebiyatı sanatkârları arasında Halit Ziya Uşaklıgil‘den sonra en güçlü roman ve hikaye yazarıdır. On altı yaşında iken yaz­dığı Düşmüş adlı öyküsü Halit Ziya‘nın İzmir’de çıkardığı Hizmet gazetesinde yayımlandı. Daha sonra Mekteb dergisi ile Servet-i Fünun‘da yazdı. Küçük hikayeler, nesir biçiminde şiirler ve makalelerle sanat hayatına başlamıştı. Eylül romanı yayımlanınca (1908) geniş şöhret kazandı. Roman ve hikâyelerinde romantik duygular, hayâller, romantik aşk­lar geniş psikolojik tahlillerle anlatılmıştır. Üslûbu gevşek­tir.



Edebi Kişiliği

1. Mehmet Rauf, Servet-i Fünun romanının Halit Ziya'dan sonraki en önemli temsilcisidir. Roman, öykü, tiyatro, mensur şiir türlerinde eser veren sanatçı, halit Ziya'nın etkisinde kalmıştır.
2. Eserlerinde romantik duygular, hayaller, hüzünler, karamsarlık, aşk gibi konuları işlemiş; sosyal yaşama pek yer vermemiştir.
3. Mehmet rauf'un süslü, şiirsel bir anlatımı vardır. Dili ve üslubu çağdaşlarına göre daha sade ve abartısızdır.
4. realizmin ve natüralizmin izleri eserlerinde çokça görülse de aşk ve sevgi temalarını işlediği için romantizmin etkisi daha belirgindir.
5. Psikolojik tahlillere büyük önem verir, ruh tahlillerinde oldukça başarılıdır. Edebiyatımızın ilk psikolojik romanı kabul edilen Eylül onun romanıdır. Dil örgüsü bakımından zayıf olan eser, psikolojik konulardaki derinliğiyle önemlidir.
6. Yasak bir aşkı konu alan Eylül'de, Suat Hanım ile Süreyya Bey mesut bir çifttir. Bunların aile dostu olan Necip ile Suat Hanım arasında birr yasak ilişki başlar...

Eserleri:
Roman:Eylül , Ferda-i Garam , Karanfil ve Yasemin , Genç Kız kalbi , Son Yıldız
Hikaye: İntizar , Aşıkâne , Son Emel ,Hanımlar Arasında ,
Mensur Şiir:  Siyah İnciler
Oyun: Pençe , Cidal , Sansar

                 HALİT ZİYA UŞAKLIGİL'İN EDEBİ KİŞİLİĞİ

          Türk romanının en belirgin öncülerinden ve geliştiricilerinden bulunan Halit Zi edebiyata Fransızcadan ve İngilizceden bazı küçük hikâyeler çevirmekle girmişti. Bu yazı çalışmalar çeşitli konulardaki ansiklopedik ve zamanına göre yenilik taşıyan çeşitli sohbet ve makaleleri izle Daha sonra nesir niteliğinde şiirler yazdı. Onun bu ürünlerine verdiği «mensur şiirler» adı zamanına çok yadırganmış, bu yazılara karşı «Canım, şiirin de mensuru olur muymuş?» gibilerden söylenmelerve dudak bükmeler olmuştu. Oysa sonraları kendisinin terk ettiği bu türde Mehmet Rauf, Yakup Ka Ruşen Eşref ve daha başkaları önemli ve oldukça tutunmuş örnekler verdiler
       Halit Ziya bu hazırlıklardan sonra ilk roman denemelerini yaptı. Bu denemelerinde hem çok ya­kından izlediği Fransız realistlerinin, hatta natüralistlerinin hem de Namık Kemal ve Ahmet Mitra: Efendi gibi Türk yazarlarının etkisi seziliyordu; dolayısıyla bunlar gerçek bir kişilik taşımıyorlardı. Bur lardan sonra romanda ilk ve oldukça başarılı atılımı sayılan «Ferdi ve Şürekâsı» nı yazdı. İlk roma» denemelerini onun çıraklık dönemi ürünleri sayan bazı kimseler, «Ferdi ve Şürekâsı»nı Halit Ziya'r -kalfalık dönemi çalışmalarına örnek olarak gösterirler. Ama o asıl ustalık dönemi romanlarını ve alanda kendisini en iyi temsil eden ürünlerini, İstanbul’a gelip Servetifünun topluluğuna katıldıktan sonra meydana getirdi. Bunlar kendisinin en mükemmel eserleri olduğu kadar, Türk romancılığının da çok belirli bir aşamasını teşkil etmektedir.
         İlk gençlik yıllarında roman denemelerinde fazla marazî, bir hayli romantik bir havada gözüken HalitZiya, bu sonrakilerde realizme, ferdin ve toplumun ortak alınyazılarına yöneldi. Çağdaşı bulundu­ğu Fransız romancılarının, özellikle Paul Bourget'nin etkisinde kaldı. Onun roman havasını Türk ede­biyatına adapte etmek istedi. Bunda bir yandan başarıya ulaşırken, bir yandan da başarısızlıklara uğ­radı. Örneğin geniş yığınlara ve gerçek Türk toplumun inemeyip çoğu zaman alafranga yaşama yöne­lik bir ortamda kaldı; kendisine yöneltilen hücumların ağırlık noktalarından biri de —bu yüzden— onun bu alafrangalık tarafı olmuştur.
        Romanlarında insan ruhu üzerinde çok zaman güçlü ve canlı gezintiler yapmasını başarabilen Halit Ziya, zaman zaman ferdin iç dünyasından onun çevresine de inme denemeleri yaptı.
         Halit Ziya'yı konularını, kişilerini, kahramanlarını ve ortamı seçmesi bakımından eleştirmek müm­kündür ve kolaydır. Ancak bütün bunlar bir yana bırakıldıktan sonra, kendisini büyük ve usta romancı saymamak mümkün ve kolay değildir. Onun için «Türk romancılığının babasıdır» denmiştir. Bu söz, eskimiş ve çok çiğnenmiş de olsa, muhakkak ki bir gerçeği yansıtmaktadır. Bizde roman Halit Ziya'dan otuz yıl kadar önce başlamış, fakat ona gelinceye kadar hemen hemen dişe dokunur hiç bir gelişme göstermemişti. Romanda teknik, hikâye ediş, plan gibi çok önemli hususlar onunla başladı, onunla ve ondan sonra gelişti ve —hakçasma söylemek gerekirse— ondan sonraki yetmiş yıla yakın süre içinde, başka bazı hususlarda kendisini pek çok geride bırakan romancılarımız, şu sayılan hususlarda Halit Ziya'yı hiç bir zaman büsbütün gölgeleyemediler.
Romanın kendine özgü bir dili vardır ki Halit Ziya bu konuda da büyük ve seçkin bir başarıya ulaşmıştır. Ancak bu «dil»le kastettiğimiz «roman dili»dir ve bu da romana özgü bir tekniği gerektirir. Onun seçkinliği ve başarısı bu özelliğindendir. Yoksa bu ünlü sanatçının romanlarında kullandığı dil ve anlatım sadelik açısından hiç de o kadar övülecek nitelikte değildir. Bu dil ve anlatım bir roman için çok süslü, pek çok yabancı kelime ve tamlamalarla doludur, fazla «şairâne»dir; bütün bunlardan başka zincirleme birbirini izleyen pek uzun cümleler okuyucuyu gerçekten yoracak yapıdadır. Yazar bu nok­sanını kendisi de sonraları İdrâk ve kabul etmiş, eserlerinin bir kısmını —bu çeşit dil ve anlatım bakı­mından— belli bir oranda sadeleştirmiştir. Ne var ki bu sadeleştirme de onun kendi anlayış ve ölçüleri­ne göredir ve günümüzde bunlar da çoktan yetersiz duruma gelmiştir (1).
          Halit Ziya, romanda olduğu gibi, hikâye türünün de bizde ilk ve gerçek temsilcisidir. Başka bir de­yimle —daha önceki bazı denemelere rağmen— küçük hikâye tarzının ancak onunla ilk başarılı ve yetenekli örneklerini vermiş olduğunu söylemek yerinde olur. Çok güçlü bir gözlemci olan bu sanatçı, hikâyelerini son derece kolaylıkla yazmış ve sayıca da çok yazmıştır. Etrafını çevreleyen büyüklü kü­çüklü, önemli önemsiz hemen her olaydan kolaylıkla bir hikâye çıkarmasını başaran bu yazarımızın: «Bana üç beş isim veriniz, basit bir olayı parmakla işaretleyiniz, size derhal bir hikâye takdim edeyim.» dediği söylenir. Bu kadar kolay, bu kadar rahat hikâye yazan Halit Ziya'nm bu tür eserleri, romanlarına oranla, çok zaman daha tabiî ve daha yerlidir. Üstelik bunlardaki dil ve anlatımda romanlarındaki özen­ti ve zorlama da pek göze çarpmaz Öte yandan hikâyelerindeki konular ve kahramanlar, çoğu zaman, alafranga semtlerden ve belirli insanların serüvenlerinden sıyrılmıştır. Okuyucu bunlarda daha çok kendisini ya da kendisine benzeyen tipleri görür. Halit Ziya'nm hikâyelerinde toplumsal olaylara doğru da bir ilerleme görüldüğü gibi İstanbul dışına taşan, Anadolu'yu arayan bir hava da göze çarpar. Tiyat­ro ile de ilgilenen, telif ve adapte üç tiyatro eseri bulunan Halit Ziya'ınn en başarısız çalışma alanı bu­dur. Onun üç tiyatrosu da, üzerlerinde durulmaya değmeyecek kadar, önemsiz ürünlerdir.
        Ansiklopedik konulardan başlayarak çeşitli çeviriler yapan, gezi notları kaleme alan, sohbetler ve makaleler yazan Halit Ziya'ınn romanları ve hikâyeleri dışındaki en önemli eserleri anılarıdır. Türk edebiyatında anı türünde onun kadar zengin eser vermiş sanatçı azdır. Halit Ziya'ınn bu anılarının bü­yük çoğunluğu belli bir dönemin fikir, sanat, siyaset alanlarına ışık tutma bakımından da değerli birer kaynak niteliği taşırlar. O, anılarında kendi özel yaşamından çok daha fazla, içinde bulunduğu günlerin ve ortamların gerçeklerini yansıtmayı amaç edinmiştir.
         Eserlerinde ve sanat hayatında olduğu gibi kişisel yaşamında da ölçülü, düzenli, ince ve zarif bir insan olarak göze çarpan Halit Ziya, Türk edebiyatının ve gelecekteki Türk kuşaklarının, kendisine her zaman sevgi ve saygı duyacakları bir büyük yazardır.
BAŞLICA ESERLERİ: Halit Ziya'ınn değişik konularda, büyüklü-küçüklü 70'e yakın yayınlanmış eseri bulunuyor. Gazete, dergi sayfalarında kalmış olan yazıları da bir haylidir. Yayınlanmış eserlerin­den başlıcalar şunlardır:
Ansiklopedik kitapçıklar: Hamil, Va'z-ı Hamil; Mebhas-ül Kıhf; İlm-i Simya; Bukalemun-ı Kimya
Mensur şiirler: Mezardan Sesler.
Büyük hikâyeler: Heyhat; Bu muydu?
Romanlar: Nemime; Bir Ölünün Defteri; Ferdi ve Şürekâsı; Mâl ve Siyah; Aşk-ı Memnu; Kırık Hayatlar.
Hikâye kitapları: Bir Muhtıranın Son Yaprakları; Bir İzdivacın Tarihi Muaşakası; Bir Şi'r-i Hayâl; Sepette Bulunmuş; Bir Hikaye-i Sevda; Hepsinden Acı; Aşka Dair; Onu Beklerken; İhtiyar Dost; Kadın Pençesi; İzmir Hikâyeleri. Sohbetler, makaleler: Kenarda Kalmış; Sanata Dair.
Tiyatro Eserleri: Füruzan: Kâbus; Fare.
Çeşitli Eserleri: Kırk Yıl (Gençlik, edebiyat anılan, 5 cilt); Saray ve Ötesi (Saray ve siyaset, anıları, 3 cilt); Bir Acı Hikâye (Genç yaşta intihar eden oğlu Vedad'm hatırasına düzenlenmiş aile anıları ve onun ardından yazdığı acıklı yazılar); Nâkil (Batı edebiyatından örnekler).





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.