22 Mart 2013 Cuma

söyleşi


                                                              SÖYLEŞİ ( SOHBET )                                                     1 
SÖYLEŞİ TÜRÜ HAKKINDA BİLGİ
        Bir yazarın, kişisel görüş ve düşüncelerini fazla derinleştirmeden, okuyucusuyla konuşuyormuş gibi içten bir hava içinde makale plânında yazdığı fikir yazısına sohbet (söyleşi) denir.
       Sohbet, makaleden üslûp yönüyle ayrılır. çoğunlukla, günlük konuların işlendiği sohbet yazılarında senli benli bir anlatım yolu seçilir, hatıralardan, halk fıkralarından, nüktelerden, özlü sözlerden yararlanılır.
       Makaleye benzer bir yazı türüdür. Konusu daha çok genel ya da günlük sanat olaylarıdır ; fakat konu, tez ve savunma amacı güdülmeden ve karşılıklı konuşma havası içinde, sıcak bir dille yazılır.   
       İnsanlar karşılıklı konuşmayı sevdiklerinden, söyleşi türündeki yazıları okumayı severler. İyi bildiği ve herkesin ilgilendiği bir konuda çoğu kişi söyleşi yazabilir. Bunun için bir konuda, ne söyleneceğini bilmenin yanı sıra, nasıl söyleneceğini bilmek gerekir. Söylenecekler, küçük şakalarla daha çekici duruma getirilebilir. İyi bir dinleyici olmak, iyi bir söyleşi yazmak için önemlidir. Usta bir söyleşi yazarı çok ağır konuları bile herkesin okuyup anlayabileceği bir duruma getirir.



   SÖYLEŞİ  Türünde eser veren sanatçılardan bazıları ve birkaç eseri  
          Ahmet Rasim - Ramazan Sohbetleri, 
            Suut Kemal Yetkin - Edebiyat Söyleşileri, 
            Şevket Rado - Eşref Saati,
            Melih Cevdet Anday - Dilimiz Üzerine Söyleşiler,
            Nurullah Ataç - Karalama Defteri.  
            Cenap Şahabettin, Refik Halit Karay, Hasan Ali Yücel, Ferit Kam  , Attila İlhan gibi  
            yazarlarımız da bu türde eserler vermişlerdir.   



SÖYLEŞİ METİNLERİNİN ORTAK ÖZELLİKLERİ:
• Herkesi ilgilendiren konular seçilir.
• Cümleler konuşma üslubundadır ve genellikle devriktir.
• Yazar karşısında biri varmış gibi sorular sorar, cevaplar verir, düşüncelerini günlük konuşma dili içtenliğinde açıklar.
Yazar, sorulu-cevaplı cümlelerle konuşuyormuş hissi verir.
İçtenlik, samimilik, doğallık sohbetin özelliklerindendir.
 • Sohbetlerde konu uzatılmaz, fazla ayrıntıya girilmez,anlatılanlar kanıtlanmaya çalışılmaz.
• Sohbet yazılarının amacı okuyucuyu konu üzerinde düşünmeye sevk etmektir.
• Yazar deyimlerden, ata sözlerinden, hatıralardan,, nüktelerden, özlü sözlerden sıkça yararlanır.
Düşünsel plânla yazılır.
• Eskiden bu yazılara " muhasebe" denirdi.





11 Mart 2013 Pazartesi

Düşünceyi Geliştirme Yolları


Düşünceyi Geliştirme Yolları

1) Tanımlama: ( Kavramın ne olduğunu, nitelikleri veya nicelikleriyle açıklama yoludur.) Bir kavrama ya da olayın belirgin özellikleriyle tanıtılmasına tanımlama denir. Tanım kısaca “ nedir ? ” sorusuna verilen cevaptır. Sözü edilen kavram ya da varlığın ne olduğunun açıklanmasıdır. Daha çok açıklama ve tartışma tekniklerinde kullanılan bu yolla tanımlanan şeyin okurun zihninde daha kolay belirmesi amaçlanır. Parça içinde bir tek tanımın verilmesi tanımlama için yeterlidir. 
Tanımlama iki şekilde yapılır:
a) Nesnel Tanımlama:
Herkes için aynı olan, varlığın gerçek özellik­lerini yansıtan tanımlardır:
İnsan vücudunun en küçük yapı taşına hücre denir. (Nesnel)
Yiğitlik, kahramanlık, savaş temalarını işleyen şiirlere epik şiir denir. (Nesnel)

b) Öznel Tanımlama:
Kişiden kişiye değişebilen göreceli tanımlar­dır.
Yaşam, güçlükleri yenebilme sanatıdır. (Öznel)

Örnek: “İnsanın bazen mırıltısı, bazen çığlığıdır öykü. Ölüme karşı başkaldırıdır. Kör geceye tutulan şavktır. Çölde bulunan vahadır. Bir anlığına bile olsa, bağımsızlıktır. Ölümlü, çaresiz hayatlarımızda, bir kavalcının nefesindeki ezgi, bir ekmekçinin koca hamur teknesine saldığı güzel mayadır…”

2) Örnekleme: İleriye sürülen soyut düşüncenin somutlaştırılması yöntemidir. Söylenmek istenilenin okuyucunun kafasında canlandırılmasını sağlayan bir yöntemdir. Sözü edilen bir düşüncenin zihinlerde somut hâle getirilebilmesi için başvurulan bir düşünceyi geliştirme yoludur. Yerinde verilen bir örnek kimi durumlarda sayfalarca açıklamadan daha etkili olur. Bu bazen bir fıkra, bir eser, bir öykü olabilir. 
“Toplumda insanlar arası güvensizlik, iletişimsizlik ve bencillik artarak devam ediyor. İnsanlar arsındaki uçurum her gün artıyor. Bu tablo karşısında derin bir ümitsizliğe düştüğümüzde bazen öyle insani olaylarla karşılaşıyoruz ki birden bire yüreğimizdeki kireçler çözülüyor; umutsuzluklar çiçek açan umutlara dönüyor. Bir sanatçımız için düzenlenen konser de bunlardan biri. Amansız bir hastalığa yakalanan bu müzisyeni iyileştirmek, onun tedavi masraflarını karşılamak için bütün müzisyen arkadaşları seferber olmuşlar.”

Örnek:  Kimi büyük yapıtlar iki katlı ev gibidir. Üst kat ço­ğunluğun anlayabileceği türdendir. Yapıtın asıl büyüklüğünü, alt katın anlamını herkes kavraya-maz. Geldiği yeri hak etmeyen bir kadının serüve­nini anlatan "Madam Bovary" adlı yapıtı okuyan­lar, bunu keyifle yapmışlardır; ama iyi bir okuyu­cu, bu romanı okudukça, okuduklarını düşündük­çe, derinliği, gerçek anlamı çok daha iyi kavrar.
Yukarıdaki parçada yazar, yapıtlardaki anlam derinliğini bir benzetmeyle anlatmaya başlamış, Madam Bovary adlı yapıtı örnek vererek yazıya etkinlik kazandırmıştır.

3) Karşılaştırma: Karşılaştırmada iki varlık, iki kavram ya da iki şey arasındaki benzerlik ve karşıtlıklardan yararlanma söz konusudur. Benzerliklerin ya da karşıtlıkların ortaya konması karşılaştırma ile olur. Bunda amaç kavramın başka kavramlardan farklı yönlerini ortaya koymak, böylece onun belirgin özelliklerinin daha iyi anlaşılmasını sağlamaktır. Ya da ortak yönler söylenerek bu özelliklerin daha iyi belirmesi amaçlanır. 
Karşılaştırma üç yoldan yapılabilir:
Benzerliklerden yararlanma
Karşıtlıklardan yararlanma
İlişki kurma

Örnek: “İnternet medyanın bir parçasıdır ancak çok seçeneğe sahip olması açısından medyadan daha üstündür. İnternette geri beslenme açısından müthiş bir olanak mevcut. Çok seçenek olduğu için insanları geleneksel medya gibi bir kulvarda tutamazsın. Bir gazeteyi al demekle, bir siteyi izle demek arasında çok büyük fark vardır. İnsan medyaya kıyasla internette sürekli yeni şeyler keşfediyor.” 
Örnek: * Özge Ali’ye göre daha çalışkandır.
*En çok sevdiğim arkadaşım sensin.
*Eski şiir hayali öğeleri yeni şiir ise somut öğeleri içerir. 

4) Tanık Gösterme (Alıntı Yapma): Anlatılmak istenilen düşüncenin başkalarının görüşlerinden,sözlerinden yararlanarak açıklanması yoludur. Başkalarının aynı konuda söylediği sözler yazı içerisinde alıntı olarak gösterilir. Tanık olarak düşüncesine başvurulan kişinin, konusunda uzman güvenilir olması gerekir.
Her yazar, düşüncesini açıklamasına yardım eden ya da kendisine esin veren, başkasına ait bir düşünceyi yazısında kullanabilir. Bunun iki yo­lu vardır:
a- Alınan düşünce bunu ortaya koyan kişinin kendi dilinden olduğu gibi aktarılır. Bu du­rumda alınan sözler tırnak işaretleri arasında gösterilir. Bu tür alıntıda dikkat edilecek nokta hiçbir sözcüğü değiştirmemektir.
b- Düşünceler özetlenerek aktarılır. Alıntı ya­pan, onu kendi anladığı biçimde ve kendi dil deneyimi içinde anlatır. Bu durumda tırnak işareti kullanılmaz.

Örnek: Çalışmanın, hele insanı başarıya götüren bir ça­lışmanın insan ve ülke hayatında çok önemli bir yeri vardır. Unutulmamalı ki insan denilen varlık, hayatını en iyi koşullar altında devam ettirmek zo­rundadır. İnsan yaşadığı sürece mutlu olmak, refah ve huzur içinde yüzmek ister. Bu; istemeyle değil, çalışmayla gerçekleşebilecek bir durumdur. Bu nedenle çalışmak, diğer toplumların lideri ol­mak gerekir. Tüm dünya çalışırken uyumak, en büyük insanlık suçudur. Mehmet Akif'in şu dize­lerinde olduğu gibi:
"Bir baksana, gökler uyanık, yer uyanıktır
Dünya uyanıkken uyumak, maskaralıktır."
Tembel tembel oturup paslanacağımıza, varsın yıpranalım daha iyi. Unutmayalım ki çalışmak, kurtuluştur.

Örnek:  “Türk şiirinde deha şairler çıktı. Fakat şiiri değerli kılan sadece daha şairler değildir. Küçük şairler de şiire katkıda bulunur. Eliot: ‘Bir büyük şair vardır, bunlar edebiyatta devrim yaparlar. Bir de küçük şairler vardır ki onlar da bireysel ruh durumlarını dışa vuran çok güzel şiirler yazarak edebiyat dünyasını zenginleştirirler.’ Sözleri ile bunu desteklemektedir.” 

5) Sayısal Verilerden Yararlanma: Düşünceyi inandırıcı kılmanın yollarından biri de sayısal verilerden yararlanmadır. İnsanlar okuduklarının sayılarla desteklendiğini görürlerse yazıyı daha da inandırıcı bulurlar.

Örnek: Ada pazarı Şeker Fabrikası 1953’te işletmeye açıldı. Kuruluşta günde 1800 ton olan pancar işleme kapasitesi 1980’de 6000 tona çıkarıldı. Bu büyük bir gelişme.

6) Benzetme: Bir kavramı ya da varlığı başka kavram ya da varlığa ait özelliklerle anlatmadır.
 “Deneme yazarı bir söz işçisidir. Onun bir kuyumcuya benzetirim ben kuyumcu nasıl değerli madeni bin bir özenle işleyerek çok değerli eserler oluşturursa, deneme yazarı da sözcükleri büyük bir dikkatle ve özenle bir araya getirerek eserini oluşturur.”

7 - İlişki Kurma: ( karşılaştırma yollarından biridir ) Bir olayın ya da olgunun kendisine benzeyen bir başka olaya bağlanarak anlatılmasına ilişki kurma denir.
Örnek : Yemek fiyatlarına zam yapamayan lokanta sahip­leri porsiyonlardaki yemek miktarını azaltma yolu­nu tutmuşlar. Elbette tutarlar; çünkü önlerinde ör­nek var. Bir zamanlar kömür dağıtımı yapan şir­ketler, kok kömürünün fiyatını artırmış görünme­mek için, tonu 900 kiloya indirmişlerdi. Lokanta­cılara niye kızıyoruz ki; üzüm üzüme baka baka kararır.

8.Somutlama: Soyut,anlatılması güç kavramları başka kavramlar aracılığıyla görünür kılmaya somutlama denir.Düşünceyi kolayca kavratmak amacıyla başvurulan somutlama daha çok örnekleme ve benzetmeler yoluyla yapılır:
Örnek:
Hiç olmazsa unutmamak isterdim
Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar
Yalnız bırakmayın beni hatıralar
Az yanımda kal çocukluğum
Temiz yürekli, uysal çocukluğum
Ah, ümit dolu gençliğim
Yukarıdaki dizelerde şair, hatıralarını ve çocuklu­ğunu "kişileştirme" ye de başvurarak somutlaştırmıştır.

9.Soyutlama : Soyutlama, okurda bir konuyla, bir kavramla ilgili uzak çağrışımlar yaratmak amacıyla kullanılır. Bu durum anlatımı akıl dışına çıkarma yoluyla sağla­nır. Bir başka deyişle, soyutlamada kavramların gerçekle bağı koparılır.
ÖRNEK:
Bakarsın lodosa çevirir rüzgâr
Dalgalar saçlarında getirir seni
Açar umut kıyılarında yıldızların en güzeli
Bir yağmur başlar delicesine yeşil
Unutursun hoyrat bahçelerinde
Döner eski çağına hatıralar
Mevsimler değişir içimde
Bu dizelerde şairin sözünü ettiği, "dalgaların sa­çında gelen sevgili, umut kıyılarında yıldızların aç­ması, delicesine yağan yeşil yağmur, içinde deği­şen mevsimler" soyutlama örneğidir.

10. Kişileştirme : İnsana ait özelliklerin insan dışındaki varlıklara vererek anlatmaya “kişileştirme” denir. Doğaya ait izlenimlerin aktarıldığı paragraflarda kişileştirmeye sıkça başvurulur.
ÖRNEK: Uzak denizlerden gelmiş yorgun bir gemi, limanın şefkatli kollarına bırakmıştı kendini. Sonbaharın gelişiyle yapraklar, vedalaşarak ağaçlardan ayrılıyordu.
Bu cümlelerde “gemi”, “liman” ve “yapraklar”a insan özelliği yüklenerek kişileştirme yapılmıştır.

11. Dolaylama : bir metinde veya bir paragrafta aşağıdaki tanım ve örnekler uygun kullanımlar var ise dolaylama yapılmıştır diyebiliriz.
“Bir varlığın kendisi söylenmeden onu çağrıştıracak bir biçimde başka kelimelerle ifade etmeye dolaylama denir.
Ulu Önder - Atatürk   , File bekçisi - Kaleci  ,Yavru kurt -  İzci  ,  Meşin yuvarlak -  Top    Balık - Derya kuzusu    ,    Kıbrıs - Yavru vatan
Dikkat !     Anlatım tekniklerinin ve düşünceyi geliştirme yollarının dışında bir de dolaylı anlatım yolu vardır. Ancak dolaylı anlatım bir yazı ya da parça ile değil cümle ile ilgilidir.
Birinin sözünün, cümlesinin o kişinin söylediği biçimde değil de ona mal edilerek yeni bir cümleyle aktarılmasıdır.
Mehmet: "Şiiri çok seviyorum." dedi.   Bu cümle direk, dolaysız anlatım örneğidir.

12.Görsel öğelerden yararlanma  : Betimleyici anlatımda kullanılan anlatım tekniklerindendir. Düşsel öğelerden yararlanılarak yapılan anlatımda şiirde de kullanılır.

13.İşitsel öğelerden yararlanma : Betimleyici anlatımda kullanılan anlatım tekniklerindendir. Düşsel öğelerden yararlanılarak yapılan anlatımda şiirde de kullanılır.
ÖRNEK: Yalnızca onda birini görebildiğimiz buzdağına oldukça yaklaştık. Ancak görsel ihtişam işin sadece bir yanı. Buzdağları büyük gürlemelerden yumuşak iç çekişlere ve mutlak sessizliğe kadar olağanüstü ses olayları yaratan bir orkestrayı andırıyor. Buz parçaları bir buzdağını iteklemeye başladığında ya da buzdağı hareket edip de kendi yüzeyini parçaladığında binlerce avizenin paramparça oluşunu çağrıştırıyor.  ( Her ikisine de örnek var. )

14.Açıklama
15.Tartışma 
16.Betimleme
17.Öyküleme
18. Düşsel Öğelerden Yararlanma : Bazen doğa üstü varlıklarla, bazen de kişi­leştirme ve benzetme unsurlarından yararlanıla­rak özellikle şiirde başvurulan düşünceyi geliştir­me yollarındandır.
ÖRNEK:
Uğuldayan rüzgârın yüzümüzde kamçı gibi şakla­ması bir yana, azgın suların tenimizde bıraktığı keskin iyot kokusu bir süre sonra tüm gemi mü­rettebatını yarı ölü hale getirmişti.
Yukarıdaki ifadede "uğuldayan rüzgâr", "şakla­ma" işitme duyusuyla; "iyot kokusu" koklama du­yusuyla; mekânsal betimleme görme duyusuyla, "yüzde kamçı gibi şaklama" dokunma duyusuyla ilgilidir.

Bu parçada; görme, işitme, koklama ve dokunma duyularıyla ilgili ayrıntılara yer verilmiştir.

Düşünceyi Geliştirme Yolları

1) Tanımlama
2) Örneklendirme
3) Karşılaştırma
4) Tanık Gösterme (Alıntı Yapma)
5) Sayısal Verilerden Yararlanma
6) Benzetme
7) İlişki Kurma
8) Somutlama
9.Soyutlama
10. Kişileştirme
11. Dolaylama
12.Görsel öğelerden yararlanma 
13.İşitsel öğelerden yararlanma
14.Açıklama
15.Tartışma 
16.Betimleme
17.Öyküleme
18.Düşsel öğelerden yararlanma

REALİZM - NATURALİZM




REALİZM
Realizm ya da Gerçekçilik, bir estetik ve edebi kavram olarak 19. yüzyıl ortalarında Fransa’da ortaya çıkmıştır. Romantizm , klasizme bir başkaldırı niteliğinde ise gerçekçilik yani realizm, hem klasisizme hem de romantizme bir başkaldırıdır. Amaç, sanatı klasik ve romantik akımların yapaylığından kurtarmak, yenilikçi eserler üretmek ve konularını öncelikle yüksek sınıflar ve temalarla ilgili değil, toplumsal sınıflar ve temalar arasından seçmekti. Realizmin amacı, günlük yaşamın önyargısız, bilimsel bir tutumla incelenmesi ve edebi eserlerin bir bilim adamının klinik bulgularına benzer nesnel bir bakış açısıyla ortaya konmasıdır. Örneğin, realizmin iki güçlü temsilcisiGustave Flaubert’in Madame Bovary adlı romanı ile Emile Zola’nın Nana adlı romanında cinsellik ve şiddet edebi bir mikroskop altında incelenerek olanca çıplaklığıyla ortaya konulmuştur. Realizm felsefesinin altında güçlü bir felsefi belirlenimcilik yatar. Fransız edebiyatında Flaubert ile Zola’nın yanı sıra Honore de BalzacStendhal, Rusya’da Lev Tolstoyİvan Sergeyeviç TurgenyevDostoyevski, İngiltere’deCharles Dickens ve Anthony Trollope, Amerika’da Theodore Dreiser,Ernest Hemingway,John Steinbeck İrlanda'da James Joyce realizmin önemli temsilcileridir. Realizm, 20. yüzyıl romanının gelişimini de önemli ölçüde etkilemiştir.

Realizm akımının etkisiyle yazılmış roman ve hikayelerde ;
Konular gerçekten alınır. Anlatılan olaylar yaşanabilecek veya yaşanmış olaylar olur , ve olayların kişileri gerçek hayatta var olan kişilerin benzerleridir.Kişilerin yaşadığı mekanların anlatımına önem verilir ; çünkü çevre kahramanların kişiliklerinin oluşmasında etkili olduğu gibi kişilerin davranışlarında da etkisi olan bir unsurdur.realizm anlayışıyla yazılmış romanlarda amaç gerçekleri olduğu gibi yansıtabilmektir.

Realizmin Özellikleri
1. Realist Sanatçılar, anlattıklarında gözleme ve belgeye dayanır. Yazarlar bilgiyi anket yöntemiyle toplamışlar, sonradan yapıtlarında kullanacakları malzemeyi günlük gözlemler olarak not etmişlerdir.
2 .Realist sanatçılar, yapıtlarda kendi kişiliklerini gizlemişler, toplumu ve insanı bilim adamı nesnelliğiyle, iyi-kötü, güzel-çirkin demeden yansıtmışlardır.
3. Realizm Konuları gerçek yaşamdan alındığından, olağanüstü oiay ve kişilere yer verilmez. Olay ve kişiler, günlük yaşamdayaşanma ya da görülme olası­lığı olan nitelikler taşır. Bunlar yapıtlarda ayna ya da fotoğrafçı gerçekçiliği ile yansıtılır.
4. İnsanlar, yaşadıkları çevreyle birlikte ele alınmıştır. İnsan kişiliğinin oluşumunda çevrenin etkisi ve önemi belirtilmiştir. Doğa ve insan betim­lemeleri ölçülüdür. Süs olsun diye yapılmamıştır.
5. Realist sanatçılar,”sanat için sanat” anlayışına sahiptir. Sanatı ve edebiyatı toplumu değiştirme, eğitim ve mücadele aracı olarak görmediler.
6. Realist yapıtlarda açık, yapmacıksız, söz sa­natlarından uzak bir üslup kullanılmıştır. Sanatçılar biçim ve güzelliğine, kusursuzluğuna önem vermiş­lerdir,

REALİZMİN EDEBİYATIMIZDAKİ TEMSİLCİLERİ


Realizm,bizim edebiyatımızda  etkisini Tanzimat’ın II. Döneminde göstermeye başlar. Samipaşazade Sezai,”Sergüzeşt” adlı romanında realizmin ilkelerini uygular. Recaizade Mahmut Ekrem,ilk realist roman olan “Araba Sevdası” nı yazar. Nabizade Nazım, “Karabibik” adlı hikayesinde ilk defa köy gerçeğine realist-natüralist açıdan bakar. Ancak edebiyatımızda realizm gerçek anlamda Servet-i Fünun döneminde görülür.Diyebiliriz ki Halit Ziya Uşaklıgil’in “Mai ve Siyah” adlı romanı,realizmin zirveye çıktığı bir eserdir. 


NATURALİZM

19.Yüzyılın ikinci yarısında ( 1870′li yıllarda ) ortaya çıkmış bir edebi akımdır. Realizme tepki olarak doğmamış; tersine, realizmi daha da ileri götürmüştür. Realizm ve Naturalizmin ortak yönleri (benzerlikleri) vardır. Realizmin anket ve gözlem yöntemine naturalizm deneyi de eklemiş, toplumu ve doğayı laboratuvardaki gibi algılamıştır. Naturalizmin doğuşunda Hippolyte Taine’nİn determinizm ( gerekircilik : aynı nedenler, aynı ko­şullar altında, aynı sonuçları verir ), Claude Bernard’ın deneysel uygulama, Darwin’in evrim ve soyaçekim düşünceleri etkili olmuştur. Naturalizmin ilkelerini Emile Zola, “Deneysel Roman” adlı kitabında açıklamıştır.
1. insan kişiliğini, insanın duygu, düşünce ve eylemlerini kalıtım ve çevrenin ürünü olarak açıkla­mışlardır. İnsandaki asıl belirleyicinin de, insanın kendi iradesinin değil; içinde yaşadığı toplumsal çevre ve soyaçekim özellikleri olduğunu düşün­müşlerdir.
2. Naturalizmde yazar yalnızca bir gözlemcidir. Olayların, insanların olumlu ya da olumsuz yanlarını övmek ya da kınamak durumunda değildir. Naturalist yazar, bu olay ya da kişiler için yalnızca bir tutanakçı konumundadır.
3. Realistlerin, sanat için sanat” anlayışlarına karşın naturalistler, ” toplum için sanat” anlayı­şına sahiptirler. Yapıtlarına kahraman olarak toplum dışına itilmiş sarhoş, hırsız, fahişe gibi tiplerin ya­nında yoksul işçi ve köylüleri seçmişlerdir.
4. Naturalist yapıtlarda olaylar, yazar tarafından yönlendirilmez. Doğal bir seyir izler. Kişiler, ait oldukları toplumsal grubun diye konuştururlar. Dil, doğal ve yalındır. Hatta zaman zaman argoya ka­çan söyleyişler vardır.
5. Realist yapıtlarda zaman zaman uzak ülke­lerdeki yaşam ve insanlar, geniş zamanların anlatı­mı vardır. Naturalist yazarlar, yapıtlarında kendi toplumla­rının gerçeklerini ve içinde bulundukları zamanlan anlatmışlardır.
6. Tiyatroda dekor, kostüm gibi öğeler ayrıntılı bir biçimde verilerek, çevrenin insana etkileri vur­gulanmaya çalışılır.
7. Naturalizmde öyküroman ve tiyatro gibi türler gelişmiştir.


NATURALİZMİN TÜRK EDEBİYATINDAKİ TEMSİLCİLERİ

Hüseyin R.Gürpınar, Nabizade Nazım ve Beşir Fuat’tır.
Bizde natüralizmin ilk belirtileri Nabizade Nazım’ın “Zehra” adlı romanında görülür.Ancak en büyük natüralist Türk yazarı Hüseyin Rahmi’dir.Hatta Hüseyin Rahmi’ye ,bu özelliğinden dolayı “Türk edebiyatının Zola’sı”  derler.


Sembolizm (Simgecilik)


Sembolizm (Simgecilik)
      19.yüzyılın ikinci yarısında parnasizme tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır. Parnasyenler insan duygularına, izlenimlere önem vermiyorlardı Onalr için önemli olan gerçekti, düşüncelerdi.Sembolistler bu anlayışa karşı çıkmış, duygusallığa, insanın iç dünyasına yönelmişlerdir. Onalra göre somut varlıklar, dış dünya ile insanın duyuları arasında köprü kurmaya yarayan birer simgedir. Çünkü dış gerçek ancak insanın algılayış biçimiyle var olur. Yani insan onu nasıl algılıyorsa öyle değerlendirilir. Sembolistler, semboller aracılığıyla dış çevrenin insan üzerindeki etkilerini ve izlenimlerini anlatmışlardır.
    Şiiri sessiz bir şarkı olarak tanımlamışlar ve müziği şiirin amacı durumuna getirmişlerdir. Onlara göre şiir düşüncelere değil duygulara seslenmelidir; çünkü şiir bir şey anlatmak için yazılmaz.
    Şiirde anlam kapalı olmalıdır ve herkes kendince yorum getirebilmelidir. Sözcüğün anlam değerinden çok müzikal değeri önemlidir. Anlam kapanıklığı ve farklı çağrışımlar yaratabilme amacı, bol bol mecaz ve istiarelerin kullanılmasına yol açmış, dolayısıyla dil de ağırlaşmıştır.
Gerçeklerden kaçma, hayale sığınma, çirkinlikleri hayal yardımıyla güzelleştirme, bunlara bağlı olarak ortaya çıkan karamsarlık, sembolizmin en belirgin özelliklerindendir.
Durgun sular, ay ışığı, alacakaranlık, tan ağartısı, perdede gezinen gölgeler ve ölüm başlıca temalarıdır. Lirizm, bu anlayışın en önemli ögesi durumundadır.
Parnasyenlerin genellikle “sone” nazım biçimini kullanmalarına karşın, sembolistler daha çok serbest nazım biçimlerine yönelmişlerdir.
Sembolizmin Özellikleri:
1. Sembolizm, şiire duygu ve hayali getirmesi yönüyle romantizmle benzerlik taşır. Diğer benzer yan her iki akımın da öznel oluşudur. Bu benzerliklere karşın sembolistler, kendilerinden önceki tüm şiir anlayışlarına karşı çıkmışlardır.
2. Sembolistler, dış dünyanın görüntülerini somut nesnel gerçeklikleriyle değil de; bu görüntülerin sezgilerinden, izlenimlerinden yansıyan niteliklerini şiire aktardılar. Duyguların, dış dünyayı ancak olduğu gibi değil, onu değiştirerek ulaştırabileceğini düşündüler.
3. Sembolist ozanların doğa görüntülerini yarı aydınlık ortamlar oluşturur: sararmış yapraklar, akşamın alacakaranlığı, durgun göller, kızıl gün batımı, ayışıklı geceler.Bu görüntülerde net değil, neredeyse, tül bir perdenin ardından yansıyan biçimiyledir.
4. Sembolistler, sembol ve mecazlarla dolu kapalı bir anlatımı seçtiler. Herkesçe farklı algılanabilecek yorumlanabilecek şiiri hedeflediler.
5. Sembolizmin şiir anlayışı: Şiiri sözcüklerle yapılmış bir beste olarak gördüklerinden, şiirde müzikselliğe önem verdiler. Ölçü, uyak biçimsel özellikleri ikinci planda düşündüler. Şiirdeki müziği özle biçim arasında bir uyum öğesi olarak gördüler.
6. Sembolistler “sanat için sanat” görüşüne bağlı kalarak toplumsal, siyasal sorunlara uzak durdular.

7. Sembolizmin ilkelerini, kuramını. Stephen Mallarme oluşturmuş, bildirgeyi ise Jean Moreas yayımlamıştır. Sembolizmin öncüsü ise bu akımın ortaya çıkışından önce ürünler veren Charles Boudelaire’dir.
8. Sembolizm şiir akımlarından biridir.
Sembolizmin Önemli Temsilcileri:
-Charles Baudelaire - şiir
-Stephane Mallerme - şiir
-Paul Verlaine - şiir
-Arthur Rimbaud - şiir
-Paul Valery - şiir
-Puşkin
-Maunce Maeterlinck - tiyatro
TÜRK EDEBİYATINDA SEMBOLİZM
Bu anlayışın ilk uygulayıcısı Cenap Şahabettin’dir. Ancak bu akımın en başarılı örneklerini veren şairimiz Ahmet Haşim’dir. Kimi yönleriyle Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi şairler de bu akımın izlerini taşırlar.
“Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil, ama duyulmak üzere oluşmuş müzik ile söz arasında, sözden çok müziğe yakın, ortalama bir dildir”.
Ahmet Haşim (Piyâle Önsözü)

PARNASİZM


PARNASİZM

        Romantik şiire tepki olarak 19.yüzyılın ikinci ya­rısında Fransa’da doğmuştur. Realizmi ve naturalizmi doğuran toplumsal ve siyasal koşullar, parnasizm için de geçerlidir, realizm ilkelerinin şiire yansımasıdır. Kısacası “şiirdeki gerçekçilik” olarak adlandırılabilir.
       Fransa’da 1860′ta “Çağdaş Parnas” adlı şiir dergisinin çevresinde toplanan sanatçılara
 “ parnasyen ” adı verilmiş, bunların oluşturduğu şi­ir akımı da Pamasizm olarak nitelenmiştir. Kısa­ca, Parnasizm, “şiirde gerçekçilik” demektir.
       Sanat için sanat görüşü benimsenmiştir. Şair kuyumcu titizliğiyle çalışır. Şekil çok önemlidir. Dış dünyayı nesnel bir bakışla anlatır. Şiirde ölçü, kafiye ve ses uyumu çok önemlidir. Bu özelliği Parnasizmi Sembolizm'den farklı kılar.Şiiri,ışık,gölge,renk ve çizgilerle sağlamayı düşünürler. Uzak ve yabancı ülkelerin efsanelerinden yararlanırlar. Şairler şiirlerinde kişiliklerini gizlemişlerdir.


1.  Parnasyen sanatçılar “sanat için sanat” ilkesine sahiptir. Şiiri yalnızca “güzellik” olarak görmüşler, onun toplumsal bir amacı olmasını kabul etmemişlerdir.
2.  Sanatçılar güzelliği yakalayabilmek için, biçim kusursuzluğuna önem vermişlerdir, ölçü, uyak ve sözcüklerin uyumun dikkat eden parnasyen sanatçılar şiirde seçkinlere seslendiler. Şiiri oluşturan sözcükleri, bir kuyumcu titizliği ile seçtiler.
3.  Parnasizm sanatçıları, romantizmin duygu ve hayal yüklü lirik şiirine tepki gösterdiler. Yaşamı ve doğayı nesnel bir bakışla kavramayı hedeflediler.
4.  Parnasizm eski Yunan edebiyatı ve Latin edebiyatına yeniden geri dönüştür. Sanatçılarında karamsar bir ruh hali vardır.
5.  Parnasizmle birlikte, bilim ve fenle ilgili konular,felsefi düşünceler şiire girdi.
6.  Egzotik konuları işleyen parnasyen, dilin açık ve yalın olmasına özen gösterdiler.

Theophille Gautier ( önemli yapıtları : Mineler, Momİe’nin Romanı, Romantizmin Tarihi)
Thedore De Bonville ( önemli yapıtları : Fransız Şiirinin Küçük Kitabı, Ak­robatik Şiirler)
Leconte De Lisse (önemli yapıtları: Antik Şiirler, Barbar Şiirler, Trajik Şiirler )
Jose Maria De Heredia ( önemli yapıtı :Ganimetler )
François Cooppe ( önemli yapıtları: Kutsal Kalıntılar Korunağı, Alçakgönüllüler)

Tevfik Fikret…………. şiir
Yahya Kemal Beyatlı……. Şiir

Önemli Not:   Pamasizmi Türk edebiyatında tanıtan ve temsil eden ilk sanatçı Cenap Şahabettin’dir. Bu sa­natçı daha sonra sembolizmi benimsemiştir.


SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNDEKİ BAĞIMSIZ SANATÇILAR


                                   SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNDEKİ BAĞIMSIZ SANATÇILAR

                                      MEHMET EMİN YURDAKUL (1869-1944): 

13 Mayıs 1869’da İstanbul’da doğdu. 14 Ocak 1944’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. Milli Edebiyat ve Türkçülük akımının önde gelen temsilcisi. Mektebi Mülkiye’nin idadi bölümünden ayrıldı. Devlet memuru oldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. Şiirleriyle İstanbul hükümetini eleştirince 1907’de Erzurum rüsumat nazırlığına atanarak İstanbul’dan uzaklaştırıldı. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra aynı görevle bu kez Trabzon’a gönderildi.
31 Mart Olayı’nın ardından 13 Nisan 1909′da İstanbul’a çağrıldı. Bahriye Nezareti Müsteşarlığı’na atandı. Hicaz ve Sivas’ta valilik yaptı. 1910′da İstanbul’a döndü. Türk Yurdu Cemiyeti ve Türk Ocağı’nın kurucuları arasında yer aldı. Türk Yurdu dergisinin yayın sorumluluğunu üstlendi. İttihat ve Terakki ile anlaşmazlığa düşünce 1912′de Erzurum Valiliği’nden emekliye ayrıldı. 
1914′te Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Musul milletvekili oldu. Aralık 1919′da Türk Fırkası’nı kurdu. İstanbul’un işgalinden sonra 1921′de Anadolu’ya geçti. Antalya, Adana, İzmir çevresinde çalıştı. Cumhuriyetin ilk yıllarında Şarkikarahisar, sonra da Urfa ve İstanbul milletvekili oldu. Ölümüne kadar milletvekili olarak kaldı. Yazmaya şiirle başladı. İlk şiiri 1897’de Servet-i Fünun dergisinde yayınlandı.

Servet-i Fünun şiirinde yalnız nazım şekillerini ve halk şiirinden de yalnız ölçüyü (hece) alan ve dili Türkçeleştirmek iddiasıyla yapay bir dil yaratan Mehmet Emin , Türk Edebiyatında “Milliyetçilik” akımının ilk temsilcisi sayılır Şiirlerinin tamamında sosyal sorunlara eğilen şairde, bu nedenle didaktizm lirizme ağır basar
Döneminin şiir anlayışının dışına çıktı, hece ölçüsüne dayalı yalın bir Türkçe kullandı. Türk edebiyatına halkın sesini getiren gerçekçi bir şair olarak değerlendirildi. Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarına karşı Türkçülüğü savunan şiirler yazdı. Coşku, ulusal duygular, kahramanlık, yüreklendirme ve öğreticilik öğelerini ön plana çıkardı. Şiire biçim yenilikleri de getirdi. Dörtlük geleneğinin dışına çıkarak üçer, altışar, sekizer dizeden kurulu şiirler yazdı. Milli edebiat akımı ve Türkçülüğün önde gelen temsilcileri arasında yer aldı. “Türk Şairi”, “Milli Şair” diye bilinir.

ESERLERİ

ŞİİR
Türkçe Şiirler (1899-1918)
Türk Sazı (1914)
Ey Türk Uyan (1914)
Tan Sesleri (1915, 1956)
Ordunun Destanı (1915)
Dicle Önünde (1916)
Hastabakıcı Hanımlar (1917)
Turana Doğru (1918)
Zafer Yolunda (1918)
İsyan ve Dua (1918)
Aydın Kızları (1919)
Mustafa Kemal (1928, şiir ve düzyazı)
Ankara (1939)
DÜZYAZI
Fazilet ve Asalet (1890)
Türkün Hukuku (1919)
Kral Corc’a (1923)
Dante’ye (1928)


                                     MEHMET AKİF ERSOY (1873-1936)

Asıl adı Mehmet Ragif olan Mehmet Akif 1873 yılında İstanbul’da doğdu. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tâhir Efendidir. İlk tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde başladı. İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasının vefâtı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâtı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu. Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından Arapça dersleri aldı.
Zirâat nezâretinde baytar olarak vazife aldı. Üç dört sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan’da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedâvisi için bir hayli dolaştı. Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu. Âkif’in memuriyet hayatı 1893 yılında başlar ve 1913 târihine kadar devam eder.
Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve Dârulfünûn’da edebiyat dersleri vermiştir.
1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedârı M. Emin Beyin kızı İsmet Hanımla evlendi.
Âkif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sâhasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908′de İkinci Meşrutiyetin îlânıyla başlar. Bu târihten itibaren şiirlerini Sırât-ı Müstakîm’de yayınlanır.
1920 târihinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisine seçildi. 17 Şubat 1921 günü İstiklâl Marşı’nı yazdı. Meclis 12 Martta bu marşı kabul etti.
1926 yılından îtibâren Mısır Üniversitesinde Türkçe dersleri verdi. Derslerden döndükce Kur’ân-ı kerîm tercümesiyle de meşgul oluyordu, fakat bu sırada siroza tutuldu. Önceleri hastalığının ehemmiyetini anlayamadı ve hava değişimiyle geçeceğini zannetti. Lübnan’a gitti. Ağustos 1936′da Antakya’ya geldi. Mısır’a hasta olarak döndü.
Hastalık onu harâb etmiş, bir deri bir kemik bırakmıştı. İstanbul’a geldi. Hastanede yattı, tedâvi gördü. Fakat hastalığın önüne geçilemedi. 27 Aralık 1936 târihinde vefat etti. Kabri Edirnekapı Mezarlığındadır.

 “Ümmetçi” bir şair olarak tanınan Mehmet Akif aynı zamanda “halkçı” ve “milliyetçi” kişiliğiyle tamamen toplumcu bir şair olarak çıkar karşımıza Türk şiirine gerçek realizmin Akif ile girmiş olduğundan şüphe edilemez Onun kuvvetli gözlemciliğine büyük bir tasvir ev hikaye etme kabiliyetini ve konuşma dilinin bitin canlılığını taşıyan bir üslubu da eklemek gerekir Ancak Akif”in dili bir bütün değildirTasvirlerinin dışında kalan birçok şiirinde dil, konuşma dilinden ayrılır, Osmanlıcanın sınırları içine girer

Mehmet Akif”in ilk kitabı “Safahat”tır Dah sonra yazdığı “Süleymaniye Kürüsüsünde” “Hakkın Sesleri”, “Fatih Kürsüsünde”, “Hatıralar”, “Âsım”, “Gölgeler” bir araya getirilerek “Safahat” adı ile yayımlanmıştır

                            HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR Edebi Kişiliği Hayatı ve Eserleri

Hüseyin Rahmi Gürpınar, (d. 17 Ağustos 1864, İstanbul – 8 Mart 1944, İstanbul) Türk romancı.
19 Ağustos 1864te İstanbul’da doğdu. 8 Mart 1944te Heybeliada’da yaşamını yitirdi. Heybeliada’daki Abbas Paşa Mezarlığına defnedildi. Roman ve öykü yazarı. Eserlerinde 19 ve 20'nci Yüzyıl başındaki İstanbul yaşamını gerçekçi bir biçimde yansıttı. Hünkar yaveri Mehmet Sait Paşanın oğlu. 3 yaşında iken annesinin ölümü üzerine Giritte bulunan babasının yanına gönderildi. İlkokula burada başladı. Babası tekrar evlenince 6 yaşında İstanbul’a anneannesinin Aksaray'daki Konağı'na döndü. Yakubağa Mektebi, Mahmudiye Rüştiyesi ve İdadide öğrenim gördü. 1878de Mekteb-i Mülkiyeye girdi. 1880'de hastalık nedeniyle ikinci sınıfta iken okulu bıraktı. Kısa bir süre Adliye Nezareti Ceza Kaleminde memur, Ticaret Mahkemesinde Azâ Mülazımı olarak çalıştı. 1887de Ahmed Mithad Efendi'nin Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazmaya başladı. Batı uygarlığının yaşantısını taklit ederken gülünç duruma düşen insanları anlattığı ilk romanı "Şık" aynı yıl bu gazetede tefrika şeklinde yayınlandı. Paul Bourget, Paul de Kock, Alfred de Musset gibi Fransız yazarlardan çeviriler yaptı. 1894'te İkdam gazetesine geçti. Kendisine büyük ün sağlayan ilk eseri "Mürebbiye" ile "Metres", "Tesadüf" ve "Nimetşinas" bu gazetede tefrik edildi. Sansürün "Alafranga" (1911'de "Şıpsevdi" adıyla basıldı) romanını yasaklaması üzerine yazarlığı bıraktı. 1908'e kadar suskun kaldı.

İkinci Meşrutiyet döneminde Ahmet Rasim ile birlikte 37 sayı süren "Boşboğaz ile Güllâbi" adlı mizah dergisini çıkardı. Sabah ve Vakit gazetelerinde çalıştı. 1912'de Heybeliada'ya taşındı. Kütahya milletvekili olduğu 1936-1943 dışında tüm yaşamını Heybeliada'da geçirdi. 1924'te Son Posta gazetesinde tefrik edilen "Ben Deli miyim" romanı ahlaka aykırı bulunarak yargılandı, beraat etti. Anneannesinin yalısında dadılar arasında geçirdiği çocukluk ve gençlik yılları, İstanbul yaşamı ve insanlarını tüm detaylarıyla öğrenmesini sağladı. Ev kadınlarının çeşitli konulardaki düşüncelerini öğrendi. Batılı yazarların yanı sıra Türk halk edebiyatından da yararlandı. Romanı ahlakın aynası olarak gördü. Geniş bir okur kitlesine ulaşabilmek için yalın bir dil kullandı. Çok okunan bir yazar olmasını da bu yalınlığına bağladı. Eserlerinde toplumsal ve ekonomik eşitsizlikleri, kadın-erkek ilişkilerini, din sorunlarını konu aldı. Zeki ve kurnazların, saf ve cahilleri kandırarak işlerini yürüttükleri çarpık bir düzenden kurtulmak için akılcı düşüncenin gelişmesi gerektiğini savundu. Dar sokakları, ahşap evleri, konakları, yalıları ve çarşılarıyla hep İstanbul'u işledi. Romanlarında döneminin İstanbul'un her kesiminden, sınıftan insana yer verdi. Külhanbeyler, züppeler, fahişeler, hanımefendiler, mahalle kadınları, paşalar, memurlar, beslemeler, imamlar, esnaf. Çevre betimlemeleri üzerinde durmaktansa karakterlerini güçlendirmeyi tercih etti. Bu karakterleri yerel şivelerle konuşturmakta ustalaştı. Emile Zola'nın deneysel roman yöntemini benimsedi ve uyguladı. Ömrünün son otuz yılını Heybeliada’daki köşkünde yazarak geçirdi. En çok ürün veren, en çok okunan ve sevilen yazarlardan biri oldu.

Edebi Kişiliği ve edebiyat anlayışı

Naturalist bir yazardır.
Ahmet Mithat Efendi'nin temsil ettiği edebi geleneği sürdürmüştür.
Türk romanının babasıdır.
Dili sadedir. Eserlerindeki kişileri, yöresel şiveleriyle yansıtır.
Sokağı edebiyata getiren sanatçıdır.
Romanlarında sık sık olayla ilgisiz bilgiler verir ve olaya kendisini katar.
Yapıtlarında İstanbul halkının günlük yaşantısından bahseder; eski İstanbul hayatını son derece canlı tasvirlerle ve kıvrak bir üslupla hikâyeleştirir.
Eserlerinde 19 ve 20. yüzyılı gerçekçi ve yalın bir dil kullanarak betimlemiştir. Bundan dolayı halk tarafından sevilen bir yazar olmuştur.

Eserleri

Hikaye, oyun ve roman türündeki eserlerinin sayısı 54'tür.
Eserlerinden bazıları:

Şık (1889)
İffet (1896)
Metres (1900)
Tesadüf (1900)
Şıpsevdi (1911)
Nimetşinas (1911)
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (1912)
Gulyabani (1913)
Hakka Sığındık (1919)
Efsuncu Baba (1924)
Evlere Şenlik, Kaynanam Nasıl Kudurdu (1927)
Namusla Açlık Meselesi (1933)
Utanmaz Adam (1934)
İki Hödüğün Seyahati (1934)
Gönül Ticareti (1939)
Melek Sanmıştım Şeytanı (1943)
Dirilen İskelet (1946)
Deli Filozof (1964)
Kaderin Cilvesi (1964)
Namuslu Kokotlar (1973)
Shikure Babezu (1974)
Kaderin Cilvesi
Gönül Ticaret,
Ölümüne Sevgi
Namussuz Neclet
Fiyasko
Mürebbiye
Hayattan Sayfalar
Kadınlar Valizi
İstanbul'da Bir Frank
Ben Deli Miyim ?
İnsan Maymun Muydu?
Can Pazarı
Ölüler Yaşıyor Mu? (1973)