SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNDEKİ
BAĞIMSIZ SANATÇILAR
MEHMET EMİN YURDAKUL (1869-1944):
13 Mayıs
1869’da İstanbul’da doğdu. 14 Ocak 1944’te İstanbul’da yaşamını yitirdi.
Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. Milli Edebiyat ve Türkçülük
akımının önde gelen temsilcisi. Mektebi Mülkiye’nin idadi bölümünden ayrıldı.
Devlet memuru oldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. Şiirleriyle İstanbul
hükümetini eleştirince 1907’de Erzurum rüsumat nazırlığına atanarak
İstanbul’dan uzaklaştırıldı. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra aynı görevle
bu kez Trabzon’a gönderildi.
31 Mart
Olayı’nın ardından 13 Nisan 1909′da İstanbul’a çağrıldı. Bahriye Nezareti
Müsteşarlığı’na atandı. Hicaz ve Sivas’ta valilik yaptı. 1910′da İstanbul’a
döndü. Türk Yurdu Cemiyeti ve Türk Ocağı’nın kurucuları arasında yer
aldı. Türk Yurdu dergisinin
yayın sorumluluğunu üstlendi. İttihat ve Terakki ile anlaşmazlığa düşünce
1912′de Erzurum Valiliği’nden emekliye ayrıldı.
1914′te
Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Musul milletvekili oldu. Aralık 1919′da Türk
Fırkası’nı kurdu. İstanbul’un işgalinden sonra 1921′de Anadolu’ya geçti. Antalya,
Adana, İzmir çevresinde çalıştı. Cumhuriyetin ilk yıllarında Şarkikarahisar,
sonra da Urfa ve İstanbul milletvekili oldu. Ölümüne kadar milletvekili olarak
kaldı. Yazmaya şiirle başladı. İlk şiiri 1897’de Servet-i Fünun dergisinde
yayınlandı.
Servet-i
Fünun şiirinde yalnız nazım şekillerini
ve halk şiirinden de yalnız ölçüyü (hece) alan ve
dili Türkçeleştirmek iddiasıyla yapay bir dil yaratan Mehmet Emin , Türk
Edebiyatında “Milliyetçilik” akımının ilk temsilcisi sayılır
Şiirlerinin tamamında sosyal sorunlara
eğilen şairde, bu nedenle didaktizm lirizme ağır basar


Döneminin
şiir anlayışının dışına çıktı, hece ölçüsüne dayalı yalın bir Türkçe kullandı.
Türk edebiyatına halkın sesini getiren gerçekçi bir şair olarak
değerlendirildi. Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarına karşı Türkçülüğü savunan
şiirler yazdı. Coşku, ulusal duygular, kahramanlık, yüreklendirme ve
öğreticilik öğelerini ön plana çıkardı. Şiire biçim yenilikleri de getirdi.
Dörtlük geleneğinin dışına çıkarak üçer, altışar, sekizer dizeden kurulu
şiirler yazdı. Milli edebiat akımı ve Türkçülüğün önde gelen temsilcileri
arasında yer aldı. “Türk Şairi”, “Milli Şair” diye bilinir.
ESERLERİ
ŞİİR
Türkçe Şiirler (1899-1918)
Türk Sazı (1914)
Ey Türk Uyan (1914)
Tan Sesleri (1915, 1956)
Ordunun Destanı (1915)
Dicle Önünde (1916)
Hastabakıcı Hanımlar (1917)
Turana Doğru (1918)
Zafer Yolunda (1918)
İsyan ve Dua (1918)
Aydın Kızları (1919)
Mustafa Kemal (1928, şiir ve düzyazı)
Ankara (1939)
ŞİİR
Türkçe Şiirler (1899-1918)
Türk Sazı (1914)
Ey Türk Uyan (1914)
Tan Sesleri (1915, 1956)
Ordunun Destanı (1915)
Dicle Önünde (1916)
Hastabakıcı Hanımlar (1917)
Turana Doğru (1918)
Zafer Yolunda (1918)
İsyan ve Dua (1918)
Aydın Kızları (1919)
Mustafa Kemal (1928, şiir ve düzyazı)
Ankara (1939)
DÜZYAZI
Fazilet ve Asalet (1890)
Türkün Hukuku (1919)
Kral Corc’a (1923)
Dante’ye (1928)
Fazilet ve Asalet (1890)
Türkün Hukuku (1919)
Kral Corc’a (1923)
Dante’ye (1928)
MEHMET AKİF
ERSOY (1873-1936)
Asıl adı Mehmet Ragif olan Mehmet Akif 1873 yılında
İstanbul’da doğdu. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tâhir Efendidir. İlk
tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde başladı. İlk ve orta öğrenimden sonra
Mülkiye Mektebine devam etti. Babasının vefâtı ve evlerinin yanması üzerine
mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâtı boyunca
yabancı dil derslerine ilgi duydu. Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından
Arapça dersleri aldı.
Zirâat nezâretinde baytar olarak vazife aldı. Üç dört sene
Rumeli, Anadolu ve Arabistan’da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedâvisi için bir
hayli dolaştı. Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu. Âkif’in memuriyet
hayatı 1893 yılında başlar ve 1913 târihine kadar devam eder.
Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve Dârulfünûn’da
edebiyat dersleri vermiştir.
1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedârı M. Emin Beyin kızı
İsmet Hanımla evlendi.
Âkif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarda kendi
kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı.
Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak
edebiyat sâhasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine
girişi daha fazla 1908′de İkinci Meşrutiyetin îlânıyla başlar. Bu târihten
itibaren şiirlerini Sırât-ı Müstakîm’de yayınlanır.
1920 târihinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet
Meclisine seçildi. 17 Şubat 1921 günü İstiklâl Marşı’nı yazdı. Meclis 12 Martta
bu marşı kabul etti.
1926 yılından îtibâren Mısır Üniversitesinde Türkçe dersleri
verdi. Derslerden döndükce Kur’ân-ı kerîm tercümesiyle de meşgul oluyordu,
fakat bu sırada siroza tutuldu. Önceleri hastalığının ehemmiyetini anlayamadı
ve hava değişimiyle geçeceğini zannetti. Lübnan’a gitti. Ağustos 1936′da
Antakya’ya geldi. Mısır’a hasta olarak döndü.
Hastalık onu harâb etmiş, bir deri bir kemik bırakmıştı.
İstanbul’a geldi. Hastanede yattı, tedâvi gördü. Fakat hastalığın önüne
geçilemedi. 27 Aralık 1936 târihinde vefat etti. Kabri Edirnekapı
Mezarlığındadır.
“Ümmetçi”
bir şair olarak tanınan Mehmet Akif aynı zamanda “halkçı” ve
“milliyetçi” kişiliğiyle tamamen toplumcu bir şair olarak çıkar karşımıza
Türk şiirine gerçek realizmin Akif
ile girmiş olduğundan şüphe edilemez
Onun kuvvetli gözlemciliğine büyük bir
tasvir ev hikaye etme kabiliyetini ve konuşma dilinin bitin canlılığını taşıyan
bir üslubu da eklemek gerekir
Ancak Akif”in dili bir bütün değildir
Tasvirlerinin dışında kalan birçok şiirinde
dil, konuşma dilinden ayrılır, Osmanlıcanın sınırları içine girer





Mehmet
Akif”in ilk kitabı “Safahat”tır
Dah sonra yazdığı “Süleymaniye
Kürüsüsünde” “Hakkın Sesleri”, “Fatih Kürsüsünde”, “Hatıralar”, “Âsım”,
“Gölgeler” bir araya getirilerek “Safahat” adı ile yayımlanmıştır


HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR
Edebi Kişiliği Hayatı ve Eserleri
Hüseyin Rahmi Gürpınar, (d. 17 Ağustos 1864, İstanbul – 8 Mart 1944, İstanbul) Türk romancı.
19 Ağustos 1864te İstanbul’da doğdu. 8 Mart 1944te Heybeliada’da yaşamını yitirdi. Heybeliada’daki Abbas Paşa Mezarlığına defnedildi. Roman ve öykü yazarı. Eserlerinde 19 ve 20'nci Yüzyıl başındaki İstanbul yaşamını gerçekçi bir biçimde yansıttı. Hünkar yaveri Mehmet Sait Paşanın oğlu. 3 yaşında iken annesinin ölümü üzerine Giritte bulunan babasının yanına gönderildi. İlkokula burada başladı. Babası tekrar evlenince 6 yaşında İstanbul’a anneannesinin Aksaray'daki Konağı'na döndü. Yakubağa Mektebi, Mahmudiye Rüştiyesi ve İdadide öğrenim gördü. 1878de Mekteb-i Mülkiyeye girdi. 1880'de hastalık nedeniyle ikinci sınıfta iken okulu bıraktı. Kısa bir süre Adliye Nezareti Ceza Kaleminde memur, Ticaret Mahkemesinde Azâ Mülazımı olarak çalıştı. 1887de Ahmed Mithad Efendi'nin Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazmaya başladı. Batı uygarlığının yaşantısını taklit ederken gülünç duruma düşen insanları anlattığı ilk romanı "Şık" aynı yıl bu gazetede tefrika şeklinde yayınlandı. Paul Bourget, Paul de Kock, Alfred de Musset gibi Fransız yazarlardan çeviriler yaptı. 1894'te İkdam gazetesine geçti. Kendisine büyük ün sağlayan ilk eseri "Mürebbiye" ile "Metres", "Tesadüf" ve "Nimetşinas" bu gazetede tefrik edildi. Sansürün "Alafranga" (1911'de "Şıpsevdi" adıyla basıldı) romanını yasaklaması üzerine yazarlığı bıraktı. 1908'e kadar suskun kaldı.
İkinci Meşrutiyet döneminde Ahmet Rasim ile birlikte 37 sayı süren "Boşboğaz ile Güllâbi" adlı mizah dergisini çıkardı. Sabah ve Vakit gazetelerinde çalıştı. 1912'de Heybeliada'ya taşındı. Kütahya milletvekili olduğu 1936-1943 dışında tüm yaşamını Heybeliada'da geçirdi. 1924'te Son Posta gazetesinde tefrik edilen "Ben Deli miyim" romanı ahlaka aykırı bulunarak yargılandı, beraat etti. Anneannesinin yalısında dadılar arasında geçirdiği çocukluk ve gençlik yılları, İstanbul yaşamı ve insanlarını tüm detaylarıyla öğrenmesini sağladı. Ev kadınlarının çeşitli konulardaki düşüncelerini öğrendi. Batılı yazarların yanı sıra Türk halk edebiyatından da yararlandı. Romanı ahlakın aynası olarak gördü. Geniş bir okur kitlesine ulaşabilmek için yalın bir dil kullandı. Çok okunan bir yazar olmasını da bu yalınlığına bağladı. Eserlerinde toplumsal ve ekonomik eşitsizlikleri, kadın-erkek ilişkilerini, din sorunlarını konu aldı. Zeki ve kurnazların, saf ve cahilleri kandırarak işlerini yürüttükleri çarpık bir düzenden kurtulmak için akılcı düşüncenin gelişmesi gerektiğini savundu. Dar sokakları, ahşap evleri, konakları, yalıları ve çarşılarıyla hep İstanbul'u işledi. Romanlarında döneminin İstanbul'un her kesiminden, sınıftan insana yer verdi. Külhanbeyler, züppeler, fahişeler, hanımefendiler, mahalle kadınları, paşalar, memurlar, beslemeler, imamlar, esnaf. Çevre betimlemeleri üzerinde durmaktansa karakterlerini güçlendirmeyi tercih etti. Bu karakterleri yerel şivelerle konuşturmakta ustalaştı. Emile Zola'nın deneysel roman yöntemini benimsedi ve uyguladı. Ömrünün son otuz yılını Heybeliada’daki köşkünde yazarak geçirdi. En çok ürün veren, en çok okunan ve sevilen yazarlardan biri oldu.
Edebi Kişiliği ve edebiyat anlayışı
Hüseyin Rahmi Gürpınar, (d. 17 Ağustos 1864, İstanbul – 8 Mart 1944, İstanbul) Türk romancı.
19 Ağustos 1864te İstanbul’da doğdu. 8 Mart 1944te Heybeliada’da yaşamını yitirdi. Heybeliada’daki Abbas Paşa Mezarlığına defnedildi. Roman ve öykü yazarı. Eserlerinde 19 ve 20'nci Yüzyıl başındaki İstanbul yaşamını gerçekçi bir biçimde yansıttı. Hünkar yaveri Mehmet Sait Paşanın oğlu. 3 yaşında iken annesinin ölümü üzerine Giritte bulunan babasının yanına gönderildi. İlkokula burada başladı. Babası tekrar evlenince 6 yaşında İstanbul’a anneannesinin Aksaray'daki Konağı'na döndü. Yakubağa Mektebi, Mahmudiye Rüştiyesi ve İdadide öğrenim gördü. 1878de Mekteb-i Mülkiyeye girdi. 1880'de hastalık nedeniyle ikinci sınıfta iken okulu bıraktı. Kısa bir süre Adliye Nezareti Ceza Kaleminde memur, Ticaret Mahkemesinde Azâ Mülazımı olarak çalıştı. 1887de Ahmed Mithad Efendi'nin Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazmaya başladı. Batı uygarlığının yaşantısını taklit ederken gülünç duruma düşen insanları anlattığı ilk romanı "Şık" aynı yıl bu gazetede tefrika şeklinde yayınlandı. Paul Bourget, Paul de Kock, Alfred de Musset gibi Fransız yazarlardan çeviriler yaptı. 1894'te İkdam gazetesine geçti. Kendisine büyük ün sağlayan ilk eseri "Mürebbiye" ile "Metres", "Tesadüf" ve "Nimetşinas" bu gazetede tefrik edildi. Sansürün "Alafranga" (1911'de "Şıpsevdi" adıyla basıldı) romanını yasaklaması üzerine yazarlığı bıraktı. 1908'e kadar suskun kaldı.
İkinci Meşrutiyet döneminde Ahmet Rasim ile birlikte 37 sayı süren "Boşboğaz ile Güllâbi" adlı mizah dergisini çıkardı. Sabah ve Vakit gazetelerinde çalıştı. 1912'de Heybeliada'ya taşındı. Kütahya milletvekili olduğu 1936-1943 dışında tüm yaşamını Heybeliada'da geçirdi. 1924'te Son Posta gazetesinde tefrik edilen "Ben Deli miyim" romanı ahlaka aykırı bulunarak yargılandı, beraat etti. Anneannesinin yalısında dadılar arasında geçirdiği çocukluk ve gençlik yılları, İstanbul yaşamı ve insanlarını tüm detaylarıyla öğrenmesini sağladı. Ev kadınlarının çeşitli konulardaki düşüncelerini öğrendi. Batılı yazarların yanı sıra Türk halk edebiyatından da yararlandı. Romanı ahlakın aynası olarak gördü. Geniş bir okur kitlesine ulaşabilmek için yalın bir dil kullandı. Çok okunan bir yazar olmasını da bu yalınlığına bağladı. Eserlerinde toplumsal ve ekonomik eşitsizlikleri, kadın-erkek ilişkilerini, din sorunlarını konu aldı. Zeki ve kurnazların, saf ve cahilleri kandırarak işlerini yürüttükleri çarpık bir düzenden kurtulmak için akılcı düşüncenin gelişmesi gerektiğini savundu. Dar sokakları, ahşap evleri, konakları, yalıları ve çarşılarıyla hep İstanbul'u işledi. Romanlarında döneminin İstanbul'un her kesiminden, sınıftan insana yer verdi. Külhanbeyler, züppeler, fahişeler, hanımefendiler, mahalle kadınları, paşalar, memurlar, beslemeler, imamlar, esnaf. Çevre betimlemeleri üzerinde durmaktansa karakterlerini güçlendirmeyi tercih etti. Bu karakterleri yerel şivelerle konuşturmakta ustalaştı. Emile Zola'nın deneysel roman yöntemini benimsedi ve uyguladı. Ömrünün son otuz yılını Heybeliada’daki köşkünde yazarak geçirdi. En çok ürün veren, en çok okunan ve sevilen yazarlardan biri oldu.
Edebi Kişiliği ve edebiyat anlayışı
Naturalist bir yazardır.
Ahmet Mithat Efendi'nin temsil ettiği edebi geleneği
sürdürmüştür.
Türk romanının babasıdır.
Dili sadedir. Eserlerindeki kişileri, yöresel şiveleriyle
yansıtır.
Sokağı edebiyata getiren sanatçıdır.
Romanlarında sık sık olayla ilgisiz bilgiler verir ve olaya
kendisini katar.
Yapıtlarında İstanbul halkının günlük yaşantısından
bahseder; eski İstanbul hayatını son derece canlı tasvirlerle ve kıvrak bir
üslupla hikâyeleştirir.
Eserlerinde 19 ve 20. yüzyılı gerçekçi ve yalın bir dil
kullanarak betimlemiştir. Bundan dolayı halk tarafından sevilen bir yazar
olmuştur.
Eserleri
Hikaye, oyun ve roman türündeki eserlerinin sayısı 54'tür.
Eserlerinden bazıları:
Şık (1889)
İffet (1896)
Metres (1900)
Tesadüf (1900)
Şıpsevdi (1911)
Nimetşinas (1911)
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (1912)
Gulyabani (1913)
Hakka Sığındık (1919)
Efsuncu Baba (1924)
Evlere Şenlik, Kaynanam Nasıl Kudurdu (1927)
Namusla Açlık Meselesi (1933)
Utanmaz Adam (1934)
İki Hödüğün Seyahati (1934)
Gönül Ticareti (1939)
Melek Sanmıştım Şeytanı (1943)
Dirilen İskelet (1946)
Deli Filozof (1964)
Kaderin Cilvesi (1964)
Namuslu Kokotlar (1973)
Shikure Babezu (1974)
Kaderin Cilvesi
Gönül Ticaret,
Ölümüne Sevgi
Namussuz Neclet
Fiyasko
Mürebbiye
Hayattan Sayfalar
Kadınlar Valizi
İstanbul'da Bir Frank
Ben Deli Miyim ?
İnsan Maymun Muydu?
Can Pazarı
Ölüler Yaşıyor Mu? (1973)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.